Fırat Kalkanı Harekâtı kapsamında TSK destekli ÖSO grupları son iki haftadır el- Bab sınırında konuşlanmış durumda.
Hafta içerisinde bu bölgede dört askerimiz hava saldırısı sonucu şehit oldu ve iki askerimiz DEAŞ militanları tarafından kaçırıldı.
Kuzey Suriye'de hem güney hem de doğu-batı bağlamında Fırat Kalkanı'na yönelik tacizler ise sürekli bir şekilde devam ediyor.
Bir taraftan rejime bağlı hava ve kara unsurları saldırılarını arttırırken diğer taraftan YPG Mümbiç'in batısında direnmekte ısrar ediyor. ABD'nin mükerrer çekilme açıklamaları ise artık inandırıcılığını tamamen yitirdi.
Fırat Kalkanı Harekâtı rejimin koruduğu bölgelere yaklaşması ve DEAŞ-YPG-Rejim üçlü kıskacının tam ortasında kalması hasebiyle bu tehditlerin her birini aynı anda dikkate almak durumundadır.
Aktörlerin sahada vekilleri üzerinden yürüttükleri mücadele yeni bir evreye yani doğrudan karşılaşma safhasına adım adım yaklaşmaktadır.
Tarafların silahlı güçlerinin coğrafi olarak oldukça yakınlaşmasıyla Suriye'de artık vekalet savaşının bittiğini ve gerçek aktörler olan devletlerin karşı karşıya geleceğini söylemek mümkündür. Elbette ki diplomasi tercihinin devreye sokulması süreci değiştirebilir.
Türkiye açısından istikrarsızlığın ve terörün devam ettiği Suriye'de daha kapsamlı çatışmaların ortaya çıkması muhtemeldir. El-Bab bu açıdan stratejik konumu itibarıyla Türkiye için oldukça mühimdir.
Hem DEAŞ'ın buradan çıkarılması hem de YPG'nin koridor sevdasının sonsuza dek mahpus edilmesi bakımından son derece hayatidir. Türkiye'nin önümüzdeki döneme dair nasıl bir Suriye görmek istediği buradaki davranışlarına doğrudan yansıyacaktır.
El-Bab bu anlamda Türkiye'nin tercihlerinin yöneteceği ve değerlendirmeleri buna göre yapacağı bir pivot nokta durumundadır.
Elbette küresel aktörlerin Suriye planlamaları çerçevesinde yeni taktiksel hamleler olacaktır.
Ancak 15 Temmuz sonrası iç politikada Yenikapı sürecini yaşayan Türkiye'nin, güvenlik ve dış politikadaki yeni tasavvurunun ise El-Bab merkezli olması kaçınılmazdır.