Fırat Kalkanı Operasyonu başladığı günden itibaren hedeflediği bölgelere adım adım ilerledi. El-Bab sınırına dayandı. Stratejik bir konuma sahip olan el-Bab'ın diğer bölgelere nazaran daha zor bir mücadeleye sahne olacağı kesin. Ancak bu direncin kırılması da fazla uzun bir süre almayacaktır. 88. gününe giren operasyonun kapsamı itibarıyla Suriye'de DEAŞ'a karşı gerçekleştirilen en başarılı harekât olduğu rahatlıkla söylenebilir. Operasyonun diğer ana hedeflerinden biri olan Münbiç hakkında ise son günlerde hem ABD hem de YPG'den bölgenin boşaltılacağına dair açıklamalar yapıldı. YPG'nin Fırat'ın doğusuna çekilerek Rakka operasyonuna katılacağı vurgulandı. Daha önce de bu tür beyanatlar olmasına rağmen fiiliyatta herhangi bir hareketliliğin gözlenmemesi sebebiyle bu açıklamaların ihtiyatla karşılandığını vurgulamak gerekir.
Ortadoğu'da istikrarsızlığın ortadan kaldırılması için atılan adımlar en az problemin kendisi kadar sorun üretmekte ve mevcut krizin çözümü yolunda istenileni vermemektedir.
Musul ve Rakka operasyonlarının hazırlık evreleri bunun en somut örnekleridir. Küresel siyasetin mecrası gittikçe dar bölgeler üzerinde sıkıştıkça aktörlerin risk ve fırsat tanımlamaları da bir o kadar genişlemektedir. Gerek küresel gerekse de bölgesel aktörler her yeni taktiksel adım karşısında stratejik hedeflerine halel gelmemesi için askeri, diplomatik ve siyasi güç unsurlarını bir adım öteye taşıyarak pozisyonunu güçlendirmeye çalışmaktadır. Yeni bölgesel düzen ve bu düzendeki yeni ittifak sisteminin şekillenme sürecindeki bölge açısından her bir kriz ve çatışma alanı bu açıdan önem arz ediyor. Peki bu aşamadan itibaren Türkiye'yi neler bekliyor?
Muhtemel riskler
Fırat Kalkanı Operasyonu'yla sahada inisiyatif alan Türkiye açısından el-Bab ve Münbiç'in önümüzdeki günlerde kurtarıldığını varsayarsak, bundan sonraki sürecin oldukça kritik olduğunu belirtmemiz gerekmektedir.Halep'in kuzey bölgesi olan Münbiç-Afrin hattının PYD ve DEAŞ'tan temizlenmesinin ardından Türkiye'yi nasıl bir tehdit ve risk tablosunun beklediğine odaklanmak, Suriye'de kısa ve orta vadeli güvenlik stratejileri bağlamında mühimdir. Aslında Türkiye'nin sınır hattı boyunca maruz kaldığı güvenlik tehditlerinden kendisini arındırması sonrasında operasyonun yeni hedefleri olup olmayacağı ve eğer olacaksa bu hedeflerin neleri kapsayacağını ilerleyen süreçte göreceğiz. Elbette burada yeni ABD başkanıyla birlikte Suriye'de askeri ve diplomatik seçeneklerden hangisinin daha ön plana çıkacağı meselesi de bulunmaktadır. Dolayısıyla Türkiye'nin Suriye'de yapacağı tercihlerin şekillenme sürecinden geçtiğimiz bir dönemde olduğumuzu ifade edebiliriz.
El-Bab ve Münbiç sonrasında (Fırat'ın batısından YPG'nin çekilmesi veya arındırılmasıyla birlikte) aslında Fırat Kalkanı Operasyonu'nun Halep'e çok yakın bir sınırda olması beraberinde bazı riskler barındırmaktadır. Zira operasyon içerisinde yer alan birimlerin Halep yönünde herhangi bir adım atması Rusya ve Türkiye'yi karşı karşıya getirebilir. Aslında ABD'nin tam da istediği tablo budur. "YPG Münbiç'ten çekilecek" açıklamasına bu açıdan da bakmakta fayda var. Yani operasyonun dinamizmini Halep'e doğru kaydırmanın önünü açma olarak değerlendirebileceğimiz bir adım. Bunun sürekli değişen Suriye denkleminde gerçekleşip gerçekleşmeyeceği belirsiz. Ancak Türkiye'nin böyle bir gelişmeye hazırlıklı olması gerekir.
İstikrar koridoru: Başika-Bab hattı
Öncelikle Türkiye'nin Kuzey Suriye'de sağlamış olduğu kazanımları koruması şart. Suriye'de diplomatik bir çözüm ortaya çıkana kadar Türkiye'nin terörden arındırdığı bölgenin en stratejik noktasına Başika benzeri ama onun çok ötesinde askeri bir üs kurması oldukça elzemdir. Bu hem Suriye'nin kuzeyinde bir daha terör örgütlerinin kendilerine alan bulması ve koridor oluşturma gibi coğrafi genişlemeyi imkânsız kılacak bir adım hem de Suriye'nin geleceği şekillenirken Türkiye'nin askeri ve diplomatik hareket kabiliyetini genişletmesine katkı sunacak stratejik bir hamle olacaktır. Kaldı ki Rusya ve Esed rejiminin hava savunma sistemlerini devreye sokmasıyla savaş uçaklarının herhangi bir operasyon icra edemediği de göz önünde bulundurulduğunda böyle bir yapılanmanın değeri daha net ortaya çıkar. Böylelikle Başika ile el-Bab arasında istikrar sağlanması yolunda değerli bir gelişme kaydedilecektir. Zira Başika tecrübesinin ortaya çıkardığı gibi sahada olmanın getirdiği imkânlar aynı zamanda pazarlık gücünü artıran fırsatlar oluşturmaktadır.
İkinci olarak Türkiye böyle bir Halep senaryosunun gerçekleşmemesi için Rusya ile iletişim mekanizmalarını genişletmesi ve sahada ortaya çıkabilecek riskleri bertaraf edebilmek adına Moskova yönetimiyle bir çözüm planı üzerinde beraber hareket etmenin yollarını araması lazımdır. Aslında Esed rejiminin askerlerini el-Bab'ın hemen güneyindeki Kuveyrs üssüne konuşlandırması ve yığınak yapması böyle bir senaryonun oluşturduğu tedirginlik sebebiyledir. Son dönemde Rusya ile uçak krizini atlatarak elini güçlendiren Türkiye'nin bu yakınlaşmayı sekteye uğratacak herhangi bir gelişmeden rahatsız olacağı aşikâr. Bununla birlikte Rusya'nın da Esed rejimi ile Türkiye'nin sıcak çatışmaya girmesini hiç istemediğini söylemek mümkündür. Dolayısıyla el- Bab çevresinde artık sınırdaş olan bu aktörlerin provokatif eylemler dahil her türlü çatışma ihtimaline karşı tedbir almaları gerekmektedir.
Son olarak ABD'nin yeni başkanının özelde Suriye'de genelde Ortadoğu'da nasıl bir politika takip edeceği belirsizdir. Ancak başkanlık yeminin yapılacağı Ocak 2017'ye kadar Türkiye'nin yukarıda bahsedilen ilerlemeleri kaydetmesi durumunda eli güçlenecektir. Yeni bir inisiyatif alarak Suriye'de çözüm için ABD ve Rusya'ya daha makul teklifler götürebilir ve diplomatik zirveye ev sahipliği yapabilir. Putin ile çalışabilirim diyen Trump'ın Ortadoğu politikaları için bu iyi bir başlangıç olabilir. Nihayetinde diplomasinin sahayı belirlediği bir dönemden sahanın diplomasiyi belirleyeceği bir döneme geçmekteyiz. Türkiye bu nedenle sahada bastırmaya devam edebilir.