Sait Faik öykü yazamadığı zamanlar için demiş: "Ne desem bana yalan geliyor!"
Şair Edip Cansever de aynı fikirde...
Boş konuşmalar, öfkeli kapışmalar sırasında ben de hep aynı duyguya kapılırım. "Ne dedim şimdi, niye dedim, tuzağa düştüm" diye kıvranırım acıyla.
Ne kadar haklı da görsem kendimi bir itiraf sarar beni. "Niye sesimi yükseltim, niye aynı dozda cevap verdim? Nerde benim ilmim? Bir arpa boyu yol gidememişiz be!.."
Demek istediğim 'itiraf' sağlam mesele...
Kendini eleştirmek için irfan lazım tabii. Bilgelik ruhundan haberdar olman lazım. İtiraf edeceksin de neyi edeceksin? Hiç kimse için kolay değil özeleştiri, itiraf denizinde yelken açmak. Zor zanaat kaba etine çuvaldızı cart diye batırmak!
İrfan, 'bilmek, idrak etmek'ten geliyor. İtiraf: Bir kimsenin söylemesi zor bir gerçeği veya suçu artık saklamaktan vazgeçip açıklama cesareti.
İtiraf, kendi noksan ve kabahatlerini kabul edip anlatmak, söylemek. Nefisle mücadele. Tam kapsamaz ama ego ile kapışma da diyebiliriz biz buna. Kendinle mücadele, kendini terbiye etme...
Pirim Feridüddin Attar bir yerde anlatıyor:
Bilge derviş yola düşmüş. Her gittiği yerde ayrıca o yerin delilerini soruyor, gidip onlarla konuşuyormuş.
Yine bir şehre girmiş. Karşılamışlar. İkramlar çaylar şu bu. Yine "Deliniz var mı?" diye sormuş bizimki.
Demişler ki, şurada bir keşiş var. Kendini yel değirmenine kilitledi. Ne dışarı çıkar ne kimseyi kabul eder. Bir tek para koyup uzattığı sepete yiyecek bırakırız biz...
Meraklı derviş gider ücra bir yerde değirmeni bulur, kapıyı çalar. Yukarıdan bir pencere açılır. Saçı sakalına karışmış bir baş çıkar, "Ne istiyorsun bre!" diyerekten gürler.
Bizimki, "Halinizi hatrınızı sormaya geldim, neden kapandınız buraya, onu öğrenmeye..."
"Benim kuduruk bir köpeğim var birader, önüne geleni ısıran, onu terbiye etmeye çalışıyorum burada" der Keşiş. "Sana da tavsiyem vaktini boş geçirme, terbiye et sen de kendininkini..."
***
İtiraf etmenin yoluna giden yolcunun yanında bir yol arkadaşı olmalı ama! Musahip! Sohbetçi. Co-pilot. Yan koltuk...
Ne var ki yol arkadaşının Muvahhid olması da istenmekte!
Tevhid'den 'birlemek'ten geliyor Muvahhid. Tevhid inancını benimseyen kimse, Hanif.
"Çün vahdete buldu yol Muvahhid / Cerh oldu bu müşrikin güvâhı" demiş Nesimi. "Oluptur manevi cennette cennet / Muvahhid bulur anda türlü nimet" diye esmiş Aziz Mahmud Hüdayi...
"Muvahhid, vahdete yol bulunca müşrikin delili çürüdü" diyor Nesimi. Allah'ın bir ve tek olduğuna inanan, tasavvufi anlamda Allah karşısında her şeyin fani olduğunu bilip gören. Muvahhid...
Müşrik, Allah'tan başka ilahların olduğuna vehmeden, demektir ki Nesimi, kelimeyi o manada kullanmış. Kuruntuların ortadan kalktığı bir başka idrak durumunu anlatmış bize...
Hikaye bu kadar... İtiraf meselesinin içine ruhban falan, başkalarını da soktuğumuz zaman, günah çıkarma kültürü gibi, bir tür çocukluk hastalığı olarak kalmakta.
Mesela Jean-Jacques Rousseau'nun İtiraflar kitabına tekrar baktım da yok öylesi de değil. O kadarı, dizi film olup reyting getirecek bir psiko-terapi seansı...
***
Kimi şanslı kişilerin yol arkadaşı, muvahhidi eşidir. Kiminin anası babası dostu arkadaşı kardeşi. Her yolcunun bir ahretliği vardır! Merak etmeyin çok da yalnız bırakılmaz kendini arayan insan...
İtirafı olanın itibarı olur, orası tamam. Kendinle yüzleşenin ferahı artar.
Sohbetle muhabbetle büyür insan. Arınır temizlenir. Kendiyle uğraşanın dili tatlanır. İçini temizleyenin kudreti artar, bu da söylenmeli haddizatında!
'Ne desek yalan gibi' gelmemeli bize bu hayatta...