Şehirli olmak zor zanaat. İstanbul dersen, deli sevda. Bitmez sınanması insanın burada.
Aksaray'da doğdum, Old City denen 'Suriçi' bana kuştüyünden yorgan.
Gerçi doğduğum yerler bugün bir gerilim filmi. Zarif evler ya yıkıldı, ya tedirgin işyeri tabelaları alınlarında!
Küçük Valide Camii adındaki latif hanım, üstgeçitler heyulasının altında kaldı. Çok yazdım, geçiyorum o yüzden.
Beyazıt Meydanı fakat bir 'Buğz'dur bana! Çorlulu Ali Paşa medresesi, gençliğimiz, köhne bir derme çatmalıkta. Tarih, muhteşem bir kütüphane ve üniversite orada ama sanki bir yalnızlığın pejmürde anları.
Kıskanç bir aşığım da bana mı öyle geliyor, bilmiyorum. Uzun zamandır oralara gitmiyorum. İçim acıyor. En iyisi payitahtın ahiret sanatı, fısır fısır konuşan mezar taşları!
Fi tarihinde bir şehir kültürü dergisi için Laleli'de merkezi olan meşhur bir kebapçıyla röportaj yapmıştım.
"Babam bizi İstanbul'a ilk şubemizi açmaya gönderirken dedi ki, otobüsten ininceye kadar buralısınız, ama oraya ayak bastığınızda İstanbullusunuz. Gelenekleri görenekleri öğrenin ve ona uyun. Geldiğiniz yer mühim elbette ama burası Anadolu ise, orası dünyadır dünya!"
Uzun gümüş ağızlığı, esmer tenine yakışan kravatı ve terzi elinden çıktığı belli olan yelek ceketiyle daha fit bir Ahmet Haşim vardı sanki karşımda.
Asri bir Müslüman saatinin timsaliydi adam! Müslüman Saati denince:
"Giden saatler babalarımızın öldüğü, annelerimizin evlendiği, bizim doğduğumuz, kervanların hareket ettiği ve orduların düşman şehirlerine girdiği saatlerdi. Gelen yabancılar ise hayatımızı sonu meçhul bir düstura göre yeniden tanzim ettiler ve ruhlarımız için onu tanınmaz bir hale getirdiler..." Diye yazmış ya Haşim. Batı kapitalizmi şehre iyi gelmedi, orası kesin.