Bugün bende 'hüzünbaz' bir neşe var usta.
Terapistlere göre manik depresif, dervişlere göre hoşluk, mahalleliye göre sohbet ehli.
Bak bu güzel!
***
Çekirge de benim, İçimdeki İhtiyar da.
Nişantaşlı 'Jale' ile de bir irtibatım var ne yalan söyleyeyim. Kimsenin kılığına değil kendi kılığıma girmek istiyorum. Fakat usta, o kadar zor ki bu...
Kalbimizdeki paslı kilidi kırıp attık. Elif gibi serin yağdı düşünceler. Bir çifte Vav'da bulduk sırrı. Da, bitmedi gitti usta şu etrafımızdaki asabiyet ırkı.
***
Zaman diyorum, Gülhane Parkı'ndaki ceviz ağaçlarını turistik otellerde şöminede yakar. Corc -sarı tüysüz fıtrat- "Oh ne egzantrik darling" diye şakır. Bizim Nişantaşlı Jale -seçkin vejet beyaz kadın- Corc'a gülümser.
Sonra mesaj atar, Nusret'ten kebap söyler.
Biz ise biliyorsun 'son önyargı yiyiciyiz,' nasıl Ahmet Kaya seversek öyle dümdüz Cem Karaca'dan ilahi dinleriz. Ciğerimiz kanar.
Çünkü güneş esmere vurur, içimizde bir sokak ateşi yanar. İşte ondan Çekirge, anlımız ondan parlar.
Adımız bilakis yanmışa çıkar...
***
Zeki Müren ne acayip çocukluğumuzdu usta! Muhafazakar anneannem ona aşıktı.
Babam, eşcinselin teki, deyince kapı dışarı edilmişti. 'Ananem', "Keşke siz balta tipli erkekler onun kadar beyefendi olsanız," diye bağırmıştı. "Size ne adamın mahrem hayatından?
Kıskanıyorsunuz onun nefasetini!" Zeki Müren meselesi mühimdi o yıllarda.
Bugünün cumhuriyetçi-demokrat çatışmasına çok benzer bir olaydı Zeki Müren!
Menderesçi 'Ananeler' ona aşıktı, Kemalist babalarsa gıcık. Olayı tam çözememiştim ama ben bücür bir düşünür ve de bana kızarttığı cızbız köftelerden dolayı anneannemin tarafındaydım.
***
Bugün İstanbul diri (Hayy) bir yeşil ve kurşuni kubbeleriyle pek latif şirindi. Mısır Çarşısı'nın güneşlikleri bile pastel bir tabloydu adeta.
Yaşamak ne güzel şey Melami, diye bağırdı İçimdeki İhtiyar. Kaz kafalı ölüsevicilere inat, barış ümidi ışıklandı yine. Böyle oldu.
Bu şehir, sağır değilsen konuşuyor insanla.
Ve 'mutlu bir gelecek için gayret sarf etmeyi bırakma' diye fısıldıyor kulağa.
***
Bamyanın tepesini külah şeklinde keseceksin Çekirge. Öyle kolay değil. Limontuzda yarım saat bekleteceksin ki içindeki, ayıptır söylemesi, peltemsi şey çıksın. Sonra bir baş soğanı zeytinyağında hafif kızartıp bamyayı da birkaç kez yıkayıp atacaksın, üstüne yarım limon sıkacaksın. En üste kalın dilim üç-dört domatesi yayacaksın. Salça yok! Okyanus tuzunu, suyunu koyarken, bırakacaksın kısık ateşte pişecek. Limon sıkıp yiyeceksin. Bu işler için ona buna muhtaç olmayacaksın, saçma lokantalarda bilmediğin yağları kaşıklamayacaksın. Bamyayı güzel yaparsan talihin açılacak, revaçta bir insan olacaksın. Güleceksin, güldüreceksin. Sevileceksin dostum. Tarif budur.
Yani sonuç: Bamya deyip geçmeyeceksin.
Mevsimi geldi mi bir durup düşüneceksin, tefekkür edeceksin...
***
Kış güneşi patlıyor Çamlıca'nın kulesinde.
Bulutlar kızarmış, olgunlaşan güzel fikirler gibi. Rezidans semtler bu gece çıldırmış durumda. Etine yorgun bir vampirella.
Deminki ezanda seslendi bir amca : Ey oğul, kapılma bunlara...
Seni bilmem, ben dinledim. Bak, artık iyice yüzüme vuran rüzgarın kor bakırını da sevdim. İşler karışık ama tezatlarıyla ne güzel bir ülke bu be usta!
***
Çatılardan bakıyorum karşı kıyıya. İstanbul laciverdi konuşuyor. Bulutların arasına uzak, ince bir kızıl atmış büyük ressam.
Şehirde ışıklar yanıyor. Boğazdan Can Yücel'vari bir şilep geçiyor. Camiler, tekkeler, zaviyeler derin düşüncede. Yağmurlu bir Ahmet Haşim kadar heybetli bir akşam oluyor.
***
Şimdi ışıklar söndü. Kemikleri ortaya çıktı şehrin. Eski bir cinayet tadında kasvetli ışık kapladı Cihangir'i. Entel dedektifler, ellerinde karton-kahveleri ve buruşuk gözleriyle aynı seri katilin peşine düştüler yine. Puslu bir sis gizledi parmak izlerini. Erkek olanı işin arkasında acımasız bir gizli örgüt hissetti.
Ortağına söylemedi. Herkes hissediyordu ama konuşmuyordu nasılsa...
Soruşturma başladı.
***
O değil de: Tahta kılıç kuşanmayandan derviş olur mu usta? Aşk ile söyleşmeyenden Muhammedî çıkar mı Kusto?