Yürümeyi severim. İstanbul yürümek ve düşünmek için güzel bir arkadaştır. Yürümek bir spor değildir. Öğrenilmez, en azından bir başarı veya başarısızlık söz konusu olmaz. Öyle serazat bırakırsın kendini kaldırımlara.
Yürümek için idman yapmanız ya da odaklanmanız gerekmez. İnsanları ve mekânları seyrederek akar gidersiniz.
Herkes bilir yürümeyi. Mesafeleri bir ritimle kat etmek yeterlidir. Tek yapmanız gereken bunu tekrarlamaktır: Bir ayak diğerinin önüne!
Sakin ve dönüştürücü bir eylem. Düşüncenin tatlı sevgilisi.
***
'Yalnızlık' yalnız olmayı değil, ayakta kalmayı öğretir.
Türkiye; "yalnız bir ülke" değildir. Ve hiçbir zaman da yalnız olmamıştır.
Arap halkları, Afrika yoksulları, Latin Amerika'nın sosyalistleri, sokakların vicdanı ve Kudüs hep Türkiye'ye doğru bakar. Boş verin siz Amerikan selefilerini. Bir kıymeti yoktur onların...
"Bir uygarlık efsaneyle başlar, kuşkuyla yıkılır," demiş Cioran.
Tüm dünya bugün Amerika'dan bütünüyle kuşkudadır! Televizyonda dayılanan arsız sarışın, kendisi hakkındaki kuşkunun esaretindedir artık. Tokat beklemediği yerden gelir, gelmiştir...
"İnsan bitkin bir hayvandır," diyor Nihilist Cioran, batılı filozof.
Bana göre bitkin olan seküler insandır. Çünkü kendini hayvan olmaya adamıştır! "Özgür bırak içindeki hayvanı" diyerekten Freud'la birlikte caddelerde çırılçıplak koşamadıkları, birbirlerini rahatça ısıramadıkları için bunalımdadırlar, bitkindirler. En azından gelen haberler öyledir.
Tanrıyı dünyadan kovmayanların menkıbelerinde ise hayvani tarafını aşmak için çabalayan bir insandan bahsedilir. Fark oradadır!
Mesela, dikkatli bakın Trump'a. Haz şişkini her egoda, vahşi bir yırtıcı sırıtır.
Evet, Beyaz insan, bitkin bir hayvandır...
***
Geçen gün arkadaşım Filozof İrfan ile yürüyorduk, yanımızdan markalı outdoor giysileriyle genç yürüyüşçüler geçti.
Hızla bizi geçmek isteyen spor dininin müritleri, varlıklarını hissettirmek için sert adımlar atıyorlardı. Kenara çekilip feryat figan güruha yol verdik. Sırıtarak solladılar. Onların geçip gitmesini izleyen İrfan, "Bak, varacak bir menzilleri olmadığından korkuyorlar, onun için bu kadar hızlı yürüyorlar," dedi.
Kıssadan hisse şuydu: Yürürken, kendine güvenin ve cesaretin sahici göstergesi yavaşlıktır! İyi yürüyüşçü süzülerek gider. Kötü yürüyüşçüyse bazen hızlı ilerleyebilir, ani süratlenmelerle kazandığı hızın ardından soluk soluğa kalır. Coşkuyla hareket etmenin, bedeni itip kakmanın sonucu kan ter içinde kalmış kıpkırmızı bir surattır. Yavaşlık tam olarak aceleciliğin zıddıdır.
***
Kronometreler, adım sayıcı telefonların baskısı insanı bezdirir. Hızın zaman kazandırdığı bir yanılsamadır!,
Hesap ilk bakışta kolaydır: Yapacaklarını üç saat yerine iki saatte yapıp bir saat kazan. Fakat bu, günün her saatini birbirine eşitmiş gibi anlayan robotik bir hesaplamadır.
Bilakis zamanı hızlandıran acelecilik ve sürattir. Böylece zaman daha çabuk geçer ve iki saatlik bir telaş, günü kısaltır.
Yavaş yavaş yürüdüğünüz günlerse çok uzundur. Daha uzun yaşamanızı sağlar. Çünkü zamanı eklemlere eziyet ederek geçirmek yerine her dakikanın nefes almasına, derinleşmesine izin verirsiniz.
Acele etmek birden fazla şeyi tek seferde ve çabucak yapmaktır. İnsan tıkıştırılmış bir çekmece gibi şişer.
Yoksa obezite ve spor neden ikiz kardeşler olsunlar ki!..
Zamanın esnemesi mekânı derinleştirir. Yürümenin sırlarından biridir bu: Manzaraya, onu her adımda biraz daha tanıdık kılan bir yavaşlıkla yaklaşmak. Tıpkı dostluğu derinleştiren düzenli görüşmeler gibi.
Vakit nakittir sözü, doymaz bir tüccarın armağanı olsa gerek. Bizim sözümüz 'Acele giden ecele gider!' olmalıdır.
Fakat öte yandan evet! Solukbenizli Ecnebiler, hırs atını omuzlarına alıp kendilerini ata kamçılatarak koşmaları hasebiyle, pasif agresif bir telaş içindedirler ve bu yüzden 'Bitkin bir hayvan' olabilirler.
Ama lütfen bizi bu işe karıştırmasınlar. Meseleyi kendi aralarında halletsinler.
Biz yürürüz...
(Meraklısına: Yürümenin Felsefesi, güzel kitap.)