Uzun süredir "Bast-ı zaman tayy-i mekan" kavramını düşünüyorum.
Bast-ı zaman: Zamanın genişlemesi, bereketlenmesi, az zamanda uzun bir zaman yaşamış olma hâli.
Tayy-i mekân: Mekânı aşarak bir anda değişik yerlerde görünebilmek...
Geçen gün Harbiye'de inmek üzere Eminönü'nden bir minibüs dolmuşa bindim. Yağmur çiseliyordu. Arkaya oturdum. Parayı ön koltuktaki kasketli beyin omzuna vurarak uzattım. Kasketli adam omzunun üstünden aldı parayı.
Karışık düşünceler içindeydim. Bir tatsızlık, bir halsizlik, karnımda bir ağrı vardı. Siz isterseniz buna sonbahar depresyonu deyin bir gurultu, bağırsaklarda bir şişkinlik, sormayın gitsin.
"İnsan her zaman gösterdiğinden gençtir" dedi yanımda oturan delikanlı telefona. Annemi hatırladım. "Evladım" demişti rahmetli bana bir keresinde, 80 yaşlarındaydı: "Aynaya bakıyorum 25-30 yaşındayım. Sonra sokakta nine diyorlar, buna çok şaşırıyorum!"
Delikanlıya daha bir dikkatlice baktım. Bilgili bir üniversite öğrencisine benziyordu.
Bir zamanlar ben de bu arkadaş gibi bilgili, mutlu mesut yaşardım. Fakat o Antalya Elmalı yok mu? İşte oranın köylüleri bitirdi beni.
Ne köylüler tanımıştım ben o Elmalı'da. İstanbul'a getirsen -ister solcu ister İslamcı- haşlanmamış entel bırakmazlardı ortada. O kadardı yani!
Bir defasında yine Kumluca pazarına alışverişe gitmiş, şen şakrak bir manava selam vermiş "hayatta bırakmam" denilerek zoraki bir tabureye oturtulmuştum. Manav, pazara gelen Elmalıların uğrak yeriydi. "Bizim" demişti Manav, "sizin gibi eğitimli insanlara ihtiyacımız var, burası köylük yer okuyanı az." Ardından gelen oturmuş, manavda derin bir muhabbet kurulmuş, benimse nutkum tutulmuştu!
Felsefe, geometri ne istersen konuşuluyordu orada. Nihayet fıkralara sıra gelince "hah" demiş, ben de el değmemiş bir Nasreddin Hoca hikayesi anlatmıştım. Hikayenin sonlarında "Yukarıda Allah var" sözü geçiyordu. Gerçi pek kimse gülmemişti ama olsun.
Kalın gözlüklü, ufarak bir amca bana dönmüş, yeşil gözlerini gözüme dikmiş, "Affedersiniz biraz önce yukarıda Allah var dediniz" demişti. Yok demiştim fıkra öyle diyor.
"Olsun sizin ağzınızdan çıktı. Allah sadece yukarıda değil her yerde. Gecenin yıldızında, sabahın güneşinde, akşamın yelinde, topraktaki fidanda, her yerde."
O an çenemin göbeğime düştüğünü hatırlarım. Vahdet-i Vücud meselesini, İbni Arabi'yi tuğla kadar kitaplardan hatmetmeye çalışan malumat ehlini düşünürüm ister istemez. Neyse...
Biz Eminönü'nden bindiğimiz dolmuşa dönelim. Önümdeki amca paranın üstünü yine omzunun üstünden uzattı bana. Teşekkür ettim kibarca. Adam "Ahval nasıldır Cem Bey" demez mi?
Hafif yan dönüp bağa gözlüklerinin altından yemyeşil gülümseyince jeton düştü:
Amanin, Elmalılı filozof köylü değil mi o?
Gayri ihtiyari "Tayy-i mekan" demişim.
"Haklısın" deyip yine telefonuna döndü yanımdaki delikanlı. "Eşzamanlılık teorisi nedir biliyor musun?" diye telefonla konuşmaya devam ediyordu. "Geçmiş gelecek tek bir çizgide, kronolojik bi'şey değil. Her şey şu an ve burada oluyor. Abdülhamid de bugünde, İttihat Terakki de, İskender bugün kesiyor Gordion düğümünü, Platon burada bir konferansta anlatıyor mağara teorisini."
Filozofların minibüsüne düşmüştüm ben usta! Hala yan yan bakıp muzip gülen Elmalılı ihtiyara "Biliyoruz" dedim "yukarıda değil her yerde!" Kendimle dalga geçirtecek değildim ya bu saatte?
"Dikkat etmek lazım" dedi ihtiyar. "Savaş zamanlarını sever iblis, infiale yenilir insan. Maymun içimizden konuşur. Gaz yapar. Zikir yapmalı. Defetmeli maymunu."
"Birader Şişli son durak" diye dürttü biri o sıra! "Hırslı değil gayretliyiz, yukarıda değil her yerde" diye bağırarak uyandım. Harbiye filan diye geveleyerek indim aşağıya.
Bast-ı zaman, tayy-i mekan ne meseleymiş be kardeşim diye geçirdim içimden.
Midemde ne gaz kalmıştı, ne de sıkışma.
Maymun içimizden konuşuyordu ama yardım da geliyordu. Şişli Camiine girdim....