Çok üzüldüm, nasıl üzülmem, geçenlerde vefat eden Michael Cimino, en sevdiğim filmlerden biri Avcı'nın (The Deer Hunter) yönetmeniydi. İlk filmlerinden Thunderbolt and Lightfood, daha sonraki filmlerinden Year of the Dragon, The Sicilian bana göre hoş, izlenir ama orta karar filmlerdi. Başkalarını bilmem, pek kimsenin beğenmediği Desperate Hours'u ben daha sevmiştim. Bana çok eski bir Fransız filmi Le Jour se Leve'i (Gün Doğuyor) anımsattığı için belki.
Ama Geyik Avcısı tam bir başyapıttı.
Film bir epikti. 1970'lerin ortasından başlayan Vietnam filmleri silsilesinde başlı başına bir zirveydi. Vietnam'a gitmiş, geçirdiği travmayla dengesizleşmiş ve Rus ruletine kendisini vermiş bir kişinin öyküsüydü.
Bu tür filmlerin değişmez bir yapısı, kaderi vardır. Neticede savaş filminden bahsediyorum. Dostluk, dayanışma, erillik öne çıkar. Geride aşk vardır. Erkekler arası 'heroik' anıtsal bir kahramanlık, bazen insan denen varlığın en sıradan duyguları ve onun çoğu kere en utandırıcı olanı, zayıflık ve korkaklık bu anlatıların öteki katmanlarını oluşturur.
Cimino da filmine bütün bunları yerleştirmişti. Ama o dönemin filmlerinde ideolojik bir zemin olmazsa her şey eksik kalırdı. Bunu bilen yönetmen sonradan çok tartışılan o boyutu da yerli yerine oturtmuştu.
Neticede ortaya benim 'insanlık durumu' (human condition) dediğim türden bir film çıkmıştı.
'İnsanlık durumu', evrensel varoluş yazgımızın duraklarında takındığımız tutum, tavır, gösterdiğimiz davranıştır. Nedeni basit: evrensel var oluş dediğimiz olgu en geniş manasında gücümüz ve güçsüzlüğümüzdür.
Andre Malraux'nun La Condition Humaine romanıyla kavramsallaştırdığı bu gerçek bana göre edebiyatın belkemiğidir.
Bu da gider gider trajik olana dayanır. İnsanlık durumu insan olmanın, doğrudan doğruya insan olmanın trajiğinden kaynaklanıyor.
Yeryüzünde var oluşumuzun bazen içimize kalın bir bulut gibi, koyu, zift gibi çökelttiği anlamsızlık duygusundan, onu aşmanın yarattığı ve bize insan olmanın ihtişamını duyumsatan başarıya kadar yayılan her şey insanlık durumunun bir parçasıdır.
Ve 'büyük roman' daima bunu ele alır. İster Moby Dick olsun, ister Cennetin Kökleri; ister Suç ve Ceza olsun ister Kral Oedipus hep aynı kaynaktan beslenir.
Bu yazın uzun günlerinde ve içinden geçtiğimiz sarsıntının ortasında Kıyamet'i (Apocalypse Now) bir daha seyrettim.
Sadece Marlon Brando'nun 'performansı' için defalarca seyredilebilecek bu film de dönüp dolaşıp geliyor, o insanlık durumu meselesine dayanıyordu.
Albay Kurtz 'dehşet'ten söz ediyordu, ortaya çıktığı andan itibaren. Şu veya bu nedenle çıldırmış bir adam, insanı yargılamaktan, hüküm vermekten, korkunun etkisinden, korkma duygusunu yitirmiş insanın varabileceği çılgınlık eşiğinden söz açıyordu. Yargılar ve hüküm verirseniz Tanrı olursunuz, meselesi buydu Kurtz'ün.
Tanrılaşınca da korkuyu yitirirsiniz, insanlar sizden korkar.
Kısacası, insanın yittiği ve bulunduğu büyük çöllerdir bunlar.
Büyük uçurumlar.
Kıyamet, Joseph Conrad'ın Karanlığın Yüreği kitabından esinlenmiş bir film. O da bir denizci olan Conrad'ın yaşadıklarından yola çıkılıp yazılmış.
Conrad'ı da ben 'insanlık durumu' yazarlarından sayarım.
Yani, o da karakterlerini büyük eşiklerde sınayanlardandır. Bu eşiği geçenler olur, geçemeyenler olur. Önemli olan o sınava tanıklık etmektir.
Bugün böyle romanlar yazılmıyor. Ama böyle filmler çekiliyor. Bu şaşırtıcıdır.
Tersinin olması beklenir. Ama artık bu edebiyat- sinema ilişkisi işlemiyor. Sinema da edebiyatı esinlemeye yetmiyor.
Michael Cimino'nun filmini ilk kez Ankara'nın o dolgun, bunalımlı karanlık günlerinde izlemiş ve çarpılmıştım. O sıralarda Alain Resnais'leri izliyordum, ne bileyim Savaş Bitti filmiyle çarpılmıştım. Jorge Semprun'dü senaryo yazarı. Romanlarıyla da vurucuydu Semprun. Sonra Penceresindeki Kadın'ı gördük. Cimino ve Kıyamet, bunlardan farklıydı. Hollywood'un kendisine özgü canlılığı ve dinamizmi vardı. Gene de başka bir dünyanın tozunu üstlerinde taşıyorlardı.
O nedenle olsa gerek 20. yüzyılın savaş sinemasını Amerika yaptı. Paltoon, The Thin Red Line akla ilk gelenlerdir. Ama hiçbir şey Full Metal Jacket'in yerini tutamaz.
Kuşkusuz Vietnam savaşının travması bu gerçeğin oluşmasında etkilidir. Ama şu bahsettiklerim savaşa değil 'insana' ait filmlerdir. Önemli olan da budur.
Evet, savaş kıyamettir. Katiyen istemeyiz.
Ama asıl 'kıyamet' bu yazarlar, sinemacılar, romanlar ve filmler bittiğinde kopar.