İstanbul büyülü bir şehir, bir yandan yolda yürürken gökyüzünde bir martı size eşlik ediyor diğer yandan Murray Perahia gibi bir piyanist yanınızdan geçebiliyor. İşte büyü bu Aya İrini'de Murray Perahia'yı dinledik. Akın da vardı. Haziran ayı benim için Aya İrini, Topkapı Sarayı'nın bahçesi, lacivert göğe yayılan martılar demek. (Bu arada, geçen gün yolda yürüyorum. Aaa, baktım önümde bir kuş gölgesi. Anladım ki, bir martı. Başımı kaldırdım, ta üstümde, bir yerlerde uçuyor. O benden habersiz. Ama ben onu izlemeye başladım. Nasıl bir şehir bu İstanbul yahu? Yolda yürüyorsunuz, üstünüzde bir martı, önünüzde gölgesi...) O bahçede bana martıları da 'bakın bakın çocuklar' diye Füreya göstermişti. Bakmıştım. Martılar, lacivertimsi gök. Gözümü ona çevirdim, kar mavisi, su mavisi saçlarıyla öyle devlet gibi oturuyor. O kaldı işte bende, Füreya'dan... Evet, hava çok serindi. Epey üşüdük. Yemeği bile yarım yamalak yedik. Sonra konser başladı. Önce St. Martin in the Fields (benim için Sir Neville Mariner demektir; çünkü, TRT III'te, 'Sir...yönetiminde St. Martin...' diye yapılırdı anonslar, neredeyse çocukluğumda. Sonra gidip, Londra'da 'canlı' da dinlemiştim.) Şimdi karşımda çalıyorlardı. Bir Briteen çaldılar. Sonra Perahia geldi. Schubert, Bitmemiş Senfoni'nin iki bölümünü yönetti. İki parça da çok güzeldi. Derken ara ve ardından piyanist Perahia. Beethoven 4. Konçerto çaldı. Çok severim. Sevmemek de imkansız gibi gelir bana, bütün Beethoven'lar. Zorlukları vardır ama dediğim gibi sevilmemesi olanaksızdır. Perahia hem yönetti, hem çaldı. Pek sevmem o işi. Konsantrasyonunu yitirecekmiş piyanist sanırım. Ama o düzeyde bir virtüözün konsantrasyonunu yitirmesi söz konusu olabilir mi? Akın, ilk Bach'ları dinlemeye başladığında ona Perahia'nın çaldığı İngiliz Süitlerini, Fransız Süitlerini almıştım. Konserden sonra gidip bir yere oturduğumuzda üniversite sınavına hazırlanırken döne döne onu dinlediğini belirtti ki... Aaa, Perahia da oraya gelmiş, yanımızdan geçiyor. "Sir" deyip arkasından gittim. Kendimi tanıttım, çocukları tanıştırdım, konserle büyülendiğimizi söyledim. Akın, "Sizin yorumlarınızla büyüdüm" dedi, "İlk Bach'ları sizden dinledi" dedim. Büyük bir tevazu ile, yanında eşi, şaşırmış bir halde, "Öyle mi, çok mutlu oldum" dedi, yürüdü gitti. Küçücük, ufacık bir adam ama dünya değil dünyalar parmaklarının ucunda. Martılar üstümüzde uçuyor ama Perahia da yanımızdan geçiyor. Büyülü gece...