Bizim meslekte 'haber değeri'ni tayin etmede kullanılan metaforik, mübalağalı bir cümle vardır: "Köpek insanı değil, insan köpeği ısırırsa haberdir." 20 gündür Türkiye'nin ve dahi dünyanın konuştuğu Cemal Kaşıkçı olayının (Sanırım artık cinayeti de diyebiliriz) neden böylesi bir ilgiye konu olduğunu izah eden bir cümle bu. Kaşıkçı olayı, yaslandığı üç boyutta da (diplomatik, istihbari ve polisiye boyut) hakikaten insanın köpeği ısırması. Çünkü ne diplomasi, ne istihbarat, ne de polisiye tarihinde (son ikisinin kurmacası, yani edebiyatı da dâhil) örneğine hiç rastlanmadı. Siz hiç 15 kişilik bir infaz timinin birer gün arayla, devlet kontrolündeki bir havacılık şirketine ait özel jetle -üstelik sahte değil, kendi öz kimlikleriyle- gelip ülkelerinin başkonsolosluğuna gittiklerine ve iki saatlik bir zaman diliminde gerçekleştirilen sorgu ve cinayetin ardından apar topar ülkelerine döndüklerine şahit oldunuz mu? Her şeyden önce bir başkonsolosluğun suç mahali olarak kullanıldığını gördünüz, duydunuz mu? Edgar Allan Poe'dan bu yana tekmil polisiye külliyat, John Le Carre, Frederick Forsyth gibi casusluk edebiyatının üstatlarının romanları ve de diplomasinin 20. yüzyıldaki tarihini yazan Henry Kissinger'ın Diplomasi kitabında göremeyeceğiniz türden bir olay Kaşıkçı cinayeti.
SABAH, DÜNYA MEDYASINA YOL GÖSTERDİ
SABAH Özel İstihbarat Bölümü, bu olayı Kaşıkçı'nın kaybolduğunun ortaya çıktığı 2 Ekim'den beri takip ediyor. Çalışma arkadaşlarım Abdurrahman Şimşek ve Nazif Karaman'ın hemen her gün yayınlanan haberlerini okumuşsunuzdur. Bu haberleri dünya basını da ilgiyle takip ediyor. Bir başka deyişle uluslararası medya Cemal Kaşıkçı olayını SABAH'ı referans alarak izliyor. İki haftadır ABD medyasından Alman medyasına, Arap medyasından Japon medyasına pek çok kuruluş bizimle röportaj yaptı. ABC'ye verdiğim röportajda Cemal Kaşıkçı'nın büyük ihtimalle öldürüldüğünü, bunun neredeyse kesin olduğunu, bundan sonraki aşamanın cesedin bulunması olduğunu söyledim. Şayet öyle olmasaydı Suudiler bu kadar uluslararası baskıdan sonra Cemal Kaşıkçı'yı 2 Ekim'de 18:20'de kalkan HZ SK1 kuyruk numaralı uçakla önce Dubai'ye, sonra Riyad'a götürmüş olsalar bile gizlice geri getirirlerdi. Hatta bunu gizlice de yapmalarına gerek kalmazdı. Çünkü SABAH'ın yayınladığı ve The Washington Post'tan, The New York Times'a pek çok yabancı medya kuruluşunun alıntıladığı haberler bize gösteriyor ki infaz ekibinin tüm üyeleri deşifre oldu.
İNFAZ TİMİNE ELEKTRONİK GÖZALTI
2 Ekim'de İstanbul'a gelip aynı gün gittikleri seyahat boyunca İstanbul'un pek çok noktasında (Atatürk Havalimanı'nda, Levent'te kaldıkları otelin lobisinde, Suudi Arabistan İstanbul Başkonsolosluğu'na girerken ve Başkonsolos'un rezidansının çevresinde) görüldüler. MİT ve emniyet görevlilerinin geriye doğru yaptığı incelemelerle bir tür 'elektronik gözaltı' işlemine tabi tutulmuş oldular. Tek sorun, buradaki varlıklarının ve ne yaptıklarının olaydan sonra çözümlenebilmiş olmasıydı. Ulaştığımız bilgilere göre timin en önemli iki üyesi Salah Muhammed A. Tubaigy ile Maher Abdulaziz M. Mutreb. 47 yaşındaki Tubaigy Suud Adli Tıp Kurumu Başkanı... Konsoloslukta delil temizliği yapan ekibe liderlik yaptığı değerlendiriliyor. Yine 47 yaşındaki Mutreb de Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman'a yolculuklarında eşlik eden biri. Timin en önemli isimlerinden biri, belki de birincisi. Geçmişte Suudi Arabistanın İngiltere Büyükelçiliği'nde görev yapmış bir istihbarat albayı. Mutreb, suikast timiyle birlikte İstanbul'a geldiğinde başkonsolosluğa birkaç yüz metre mesafede bulunan Levent'teki M. Otel'de 5 Ekim'e kadar rezervasyon yaptırdı, ama aynı gün otelden ayrıldı. Polisiye açıdan bu kadar iz bırakan, istihbarat raconundan yoksun ve diplomatik ahlaka aykırı bir başka cinayet yoktur. Kaşıkçı olayı bu yönüyle hakikaten bir Suud polisiyesi...