Türkiye'nin en iyi haber sitesi
FERHAT ÜNLÜ

Arabesk şövalyesinin paralel evreni

1980'li yıllarda Adana'nın arastalarında ellerindeki çekiçlerle -genelde cezerye imalatında kullanılan- dev bakır kazanları ya da yeni imal edilmiş kösele kunduraların yumurta topuklarını döven bitirim adamların 'tak-tuk' sesleriyle kuşatılmış küçük dünyalarına Müslüm Gürses'in o ezilmiş, ama yine de vakur sedası eşlik ederdi:

"Çektiğim çileler kendime benim

Tutup da birine vurmaz ki elim

Çekilin üstüme varmayın benim

Kötüysem düşkünsem, kime ne bundan."

Yeraltı dehlizlerinden gün ışığına çıkmaya çalışan birinin yorgun adımlarının ağırlığıyla şarkı söyleyen ve böylelikle hayranlarını 'paralel evren'de tuhaf yolculuklara çıkaran bu arabesk şövalyesi, sadece çocukluğunun geçtiği arabeskin başkenti Adana'nın Hürriyet Mahallesi'nde veya Adana'da değil; Türkiye'nin her yerinde dinlenirdi.

Müslüm Gürses, 'bir zamanların Çukurovası'nda hem Orhan Kemal'in romanlarında örneğini gördüğümüz kebap düşkünü, kudretli toprak ağalarının, hem de ırgatların şarkıcısıydı. Kentteki kodaman tüccarların ve aynı zamanda hamalların da…

Müslüm Baba ne köylüydü ne kentli, ne tam Doğulu'ydu ne de tam Batılı… O arabeskin, bir tür arada kalmışlığın geç keşfedilecek 'öncü gücü', 'özel kuvvetleri'ydi. Söylediği şarkılar; gerçek sanat eserlerinin zaman karşısında gösterdiği o büyülü mukavemetin hakkını verecek şekilde yıllara direndi, yarım asrı devirdi, bugünlere geldi.

Müslüm Gürses; hep ezilen lümpen kesimlerin, yani 'cüzzamlı sınıfın önderi' oldu. Açıkçası, bizim mahalle ve Adana'nın dışında toplumun kahir ekseriyeti, Gürses'in hayranlarına âdeta 'cüzzamlı' muamelesi yapardı. Gürses'in başka bir evrende, bir tür Matrix'te yaşayan hayranları, diğer deyişle 'Ortodoks Müslümcüler' ona bu yüzden 'baba' derdi.

Bakalım, bu ay vizyona girecek olan Müslüm adlı film, Gürses'in (Asıl soyadı Akbaş) hikâyesini ne kadar hakkıyla yansıtacak. Vizyona girecek bu film vesilesi ile bu hafta Üç Boyutlu Portre'yi Müslüm Gürses'e ayırdık.

Türkiye'de entelektüellerin uzun yıllar fark edemediği, daha doğrusu görmezden geldiği Müslüm Gürses, 2000'li yıllarda yalnızca kendine has güçlü yorumuyla değil, aynı zamanda müziğinin dayandığı sosyo-kültürel zeminle de hak ettiği ilgiyi gören, üzerinde daha fazla durulan bir fenomen haline geldi.

Müslüm Gürses'in müziği ve dinleyici kitlesinin sosyolojik yapısı 1970, 80, hatta 90'lı yıllar boyunca Türk intelijansiyasının ilgisini çekmedi. Toplumun 'öteki' addedilen kesimleri şöyle dursun, kendine bile yabancı olan aydınlar ve yazarlar ancak 2000'li yıllarda Gürses'i Amerika'yı yeniden keşfedercesine keşfettiler. Bu, biz 'Ortodoks Müslümcüler'i sevindiren bir gelişmeydi. Tabii onun hayranları arasında bizim ayrıcalıklı yerimizin korunması kaydıyla…

ARABESKÇİ OLDUĞUM MAHALLE

Müslüm Gürses'in büyüdüğü mahallede doğup büyüdüm. Gürses; Hürriyet'te, benim okuduğum İkinci İnönü İlkokulu'nun arka sokağında otururdu. Ferdi Tayfur da aynı mahallede büyümüştü. Ama tabii Gürses de, Tayfur da bizim doğumumuzdan seneler önce mahallemizden ayrılmışlardı.

Büyüdüğüm mahalle ister istemez 'arabeskçi' olarak yetişeceğiniz bir mahalleydi. 1985 yılında, henüz 10 yaşındayken Müslüm Gürses dinlemeye başladım. Bünyesel olarak Müslümcü'yüm yani. En sevdiğim albümleri; Tanrı İstemezse (1982), Güldür Yüzümü (1985), Küskünüm (1986), Yıkıla Yıkıla (1986) ve Gitme'dir (1987).

Müslüm Gürses Adana'ya, 7 Mayıs 1953 tarihinde doğduğu Urfa Halfeti'nin Fıstıközü Köyü'nden göçmüştü. Aile, Gürses üç yaşındayken Adana'ya gelmişti. Gürses'in rençberlikle uğraşan babası Mehmet Akbaş, karısını, yani Müslüm'ün annesini öldürdü. Bu aile trajedisinden sonra Gürses, babasıyla hiç görüşmedi. Sadece 2010 yılında cenazesine gitti. İki erkek, bir de kız kardeşi olan Müslüm Gürses, yaz sıcağında Adana'da damda yatıldığı için geceleri kardeşlerine gökyüzünü izleyerek uzun hava okurdu.

Müslüm Gürses, sahneye ilk kez 13 yaşındayken Adana'da bir çay bahçesinde çıktı. Ertesi yıl bir ses yarışmasına katıldı ve birinci oldu. 1967 yılında TRT Adana Çukurova Radyosu'nda her hafta türkü söylemeye başladı. İşte o dönemde Akbaş olan soyadını Gürses olarak değiştirdiler.

Gürses, ilk albümünü 1968 yılında 45'lik olarak Adana'da çıkardı. Ömür Plak'ın çıkardığı bu albümün adı Emmioğlu/Ovada Taşa Basma idi. Bir yıl sonra İstanbul'da Palandöken plak firmasının çıkardığı Sevda Yüklü Kervanlar adlı 45'lik, o dönem için rekor sayılabilecek bir satış rakamına ulaştı ve 300 bin adet sattı. Gürses, sanat hayatı boyunca 40 adet 45'lik, 68 adet de albüm çıkardı.

Müslüm Gürses, 1978 yılında Tarsus'tan Adana'ya giderken bir trafik kazası geçirdi. Öldüğünü sanıp Gürses'i morga kaldırdılar. Sanatçı, bir morg görevlisinin dikkati sayesinde ölmediği fark edilince hayata döndü.

Müslüm'ün müzik kariyerinde yine Adanalı olan Bayar kardeşlerin (Burhan ve Uğur Bayar) bestelerinin önemli rolü vardır. Atilla Alpsakarya, Bayram Şenpınar, Mustafa Sayan, Orhan Akdeniz ve Ali Tekintüre de Gürses'in şarkılarında büyük emeği olan isimler.

3 Mart 2013'te kaybettiğimiz Müslüm Gürses'in cenazesi Teşvikiye Camii'nden kalktı. Cenaze töreninin başından sonuna kadar bulundum. Kabri, Zincirlikuyu Mezarlığı'nda. Zaman zaman gider, bir Fatiha okurum.

Müslüm Gürses'in doktoru Bingür Sönmez, Gürses hastaneye kaldırıldıktan sonra sanatçının, 'vücudunu hor kullandığını' söylemişti. Doğrudur, ama Gürses zaten bu sayede 'Müslüm Baba' oldu. Vücudunu hor kullanmak, ruhuna ve bedenine acı çektirmek tavsiye edilmez elbette ama bu, Müslüm'ün bir anlamda işinin, hayatının bir parçasıydı.

JİLETLERİNİZİ BERBERLERE BAĞIŞLAYIN!

Kimi 'Ortodoks Müslümcü'ler; jiletin, asıl fonksiyonu olan sakal tıraşı dışında nasıl kullanılabildiğini son 40 yıl içinde tüm Türkiye'ye göstermiştir. Bu afyonlu kitle, Tapınak Şövalyeleri, son liderleri Jacques de Molay'e nasıl bağlıysa Müslüm'e öyle bağlıdır. 'Ortodoks Müslümcüler', yabancı şarkıları yorumlayarak Batı'ya selam çaksa da, Cola reklamında Brrrr yapsa da -sevdiği kadından vazgeçmeyen tutkulu bir âşık gibi- Müslüm Gürses'ten vazgeçmediler. Gürses'in şarkılarının sözleri apolitik olsa da, ona olan hayranlıkları konusunda ideolojik ve fanatik davrandılar.

Gürses, ilk ilahi emri -oku emrini- kitap okuyarak değil, ama şarkı okuyarak yerine getirmiş muhterem bir zat. Onun kadar az konuşarak yığınlarla iletişim kurabilen başka biri yoktur. Nedense hep çocuksuz adamlara (Atatürk'e ata, Demirel'e baba denildiğini hatırlayalım) 'baba' payesi veren Türk toplumu -en azından hatırı sayılır bir kesimiyle- Müslüm'e de aynı payeyi vermiştir. Müslüm Gürses, kim ne derse desin, kendi kitlesinin 'büyük önderi'dir.

Gürses'in önderi olduğu sınıfın içinde yer alan insanlar bir tür Matrix'te yaşarlardı dedik. Mavi hapı yutarak 'sanal bir gerçeklik'le avunan Matrix'tekiler gibi 'haplanıp', Müslüm konserlerinde kolları başta olmak üzere vücutlarının muhtelif yerlerine jilet atardı bu adamlar. Muhtemelen bedenleri, acı çekmekte olan ruhlarına yetişsin diye yaparlardı bunu. 1980'li yıllarda, bizim çocukluğumuzda bile saçma olan bu anlayış 2000'li yıllarda çöktü. Günümüzde büsbütün anakroniktir. Yani artık Müslümcüler'in jiletlerini berberlere bağışlama zamanı çoktan geldi.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA