Hıncal ağabeyden aylık rutin fırçamı cuma günkü köşesinde yedim. Sağolsun beni eleştirme fırsatını asla kaçırmaz. Eleştirileri bazen ufkumu açar, bazen bana kahkaha attırır. Ama bu kez yazdıklarına kırılayım mı, şaşırayım mı bilemedim. Zira hayatımda ilk kez bir taziye yazısı için eleştirildim. Aynı yazı için Foster ailesinden ve Defne'yi sevenlerden sayısız tebrik ve teşekkür almışken, cenazede istisnasız herkes gelip sırtımı sıvazlamışken; Hıncal ağabey tarafından hamaset yapmakla, duyarsızlıkla, empati kurmamakla eleştirilmek içimi acıttı. Hıncal ağabey yazılarını her zaman mantığa dayandırmasa da inandığı şeyleri yazdığı için saygı duyulan bir gazeteci büyüğümüz. Ama bu kez tüm iyi niyetime ve hoşgörüme rağmen beni neden eleştirdiğini anlayamadım. Ben Defne'nin ardından ne yazmışım? Onun hayat dolu, neşeli, sevimli ekran yüzünün hayatımıza renk kattığından söz etmişim. Sonra bütün samimiyetimle içimden gelen bir öneriyi sütunlarımda okurlarımla paylaşmışım: "Yok Böyle Dans yarışması artık bitmiştir. Altın kupa da Defne'nin geride bıraktığı küçük oğluna verilmeli" demişim, Can'ın eğitim bursu olarak... Bunda ne fenalık var Hıncal ağabey? Bana ne Defne'nin özel hayatından? Ben Defne'nin aile dostu değilim, izleyicisiyim sadece. Karı-koca ilişkisinin ne durumda olduğunu bilmem, bilmek de istemem. Sen biliyor musun? Hayır. Peki daha toprağı bile kurumadan onu recm etmeye nasıl kalkışıyorsun? Belki şuurunu yitirecek kadar alkol almıştı, ne yaptığını bilmiyordu, nerede olduğunu bile... Belki kendini o derece alkole vurmasına neden olacak koca bir derdi vardı. Sen biliyor musun? Ben bilmiyorum. Bilmediğim için de o kadının ardından seninki kadar yaralayıcı bir yazı yazma cüretini göstermedim. "Sen Defne'nin kocası olsaydın, böyle bir yazı yazar mıydın?" diye sormuşsun. Ben niye Defne'nin kocası olayım Hıncal ağabey? Eğer bu konuda bir rahatsızlığı olursa, kocası dile getirir zaten. Eminim, kocası, yitirdiği eşinin ardından senin kadar kötü konuşmayacaktır. Ben televizyon yazarı kimliğimle sadece bir televizyon karakteri olarak tanıdığım Defne'nin ardından, onu güzellikle andığım, bir 'jest önerisiyle' uğurlamaya çalıştığım son derece duygusal ve nahif satırlar kaleme aldım. Her kelimesi içimden gelerek... "Evli bir kadının yeri kocasının yanıdır. Gece saati barda işi ne? Bekar adamın evine niye gider?" diye yazmadım. Çünkü bunları sormak için önce o evliliğin ıncığını cıncığını bilmek, Defne ve eşinin ruh halinden haberdar olmak gerekmez mi? "Sen Defne'nin kocası olsaydın, böyle bir yazı yazar mıydın?" diye sormuşsun, Hıncal ağabey. Benim de sana bir sorum var: "Sen Defne'nin annesi olsaydın, yitirdiğin evladının ardından seninki gibi bir yazı yazar mıydın" Dinimizin gereğidir. Ölenin ardından kötü konuşulmaz. Hem de toprağa verildiği gün, hiç konuşulmaz. Belki tüm hata tek başına Defne'dedir, şeytana uymuştur, olabilir. Ama bunların konuşulacağı gün, toprağa verildiği gün müdür? Sevgili Hıncal Ağabey, madem Defne'nin kötülüğünden bu kadar emindin, o zaman cenazeye gelip imam "Nasıl bilirdiniz?" diye sorduğunda tek başına "Kötü bilirdiiiim" diye haykırsaydın. Niye gelmedin? Uluç, kendisini eleştirenleri "Hıncal adını kullanarak popüler olmaya çalışmakla" suçlar yıllardır. Hıncal ağabey, yeter artık. Lütfen ikide bir bana saldırarak, gündeme gelmeye uğraşma!!! Bir de, iştahla saldırmadan ve yazının şehvetine kapılmadan önce, o yazarın köşesinin ismini doğru yaz en azından...