TRT 1'in iddialı yeni dizisi Barbaroslar: Akdeniz'in Kılıcı ilk üç bölümüyle reyting açısından hayal kırıklığı yarattı. Diziyle ilgili bu köşede yayınladığım ilk yorumumda bu sonucun ipuçlarını vermiştim zaten.
Birincisi; bir korsan dizisinin vermesi gereken 'deniz ruhunu' ne yazık ki izleyiciye geçiremedi. Denizle ilgili sahneler eksik ve yetersizdi. (Sahnelerde deniz hep çarşaf gibiydi. Bir Kuzey Egeli olarak oraların nasıl rüzgarlı, fırtınalı olduğunu bilenlerdenim.) Tekne ve deniz sahneleri tiyatro sahnesini andırıyordu. Dövüş koreografileri çok yetersizdi. Dekor tasarımlarında hatalar vardı. (Hanın arka odasındaki toplantı odası gibi) Oysa keresteye harcanan paranın bir bölümüyle yapılacak 3D animasyonlar dizinin pek çok sahnesini kurtarabilirdi. (İskenderiye Limanı'nda 6 ay süresince hep aynı geminin demirli olması gibi) Baş kahramanlığın dört ayrı karaktere bölüştürülmesi dikkat dağıtıyordu. Paralel anlatımların çokluğu kafa karıştırıyordu. Gerçeklik ile gerçeküstülük birbirine çokça karışıyordu. (Poseidon karakterinin Karayip Korsanları'ndaki Kaptan Sparow'a fazlaca benzemesi gibi) Engin Altan Düzyatan'ın, 'Ertuğrul'dan kısa süre sonra Barbaros olarak karşımıza çıkması, karakterin inandırıcılık katsayısını düşüren başlıca etkendi.
Bakalım Barbaroslar ile Amiral Reyting'in savaşı nasıl sonuçlanacak?
Ebru Gündeş'in işi zor
O Ses Türkiye bilmem kaçıncı sezonuna başladı. Artık onu; dökülen yapraklar, göç eden leylekler, kavanoza konulan salçalar gibi sonbaharın habercisi sayıyorum.
Bu yıl jüride iki yeni isim var. Ebru Gündeş ve Oğuzhan Koç. Gözlerim her ne kadar Hadise'yi arasa da, ikisinin doğru tercihler olduğunu düşünüyorum. Ancak Ebru Gündeş'in, üç laf cambazı Beyazıt Öztürk, Murat Boz ve Oğuzhan Koç arasında işi zor görünüyor. Belli ki her üçü de takılacak ilk hedef olarak onu görüyorlar. Ama benim bildiğim Ebru Gündeş de öyle kolayca kendini ezdirmez. Zaten ilk bölümde pek çok güçlü sesin onu tercih etmesi de 'etkinliğinin' bir göstergesiydi.
Oğuzhan Koç ise sanki 10 yıldır jüri üyesiymiş gibi rahattı. Muzipliği, kıvrak zekası, müzisyenliği ve mizahi kişiliğiyle daha ilk bölümden yarışmaya renk ve ivme kazandırdı.
O Ses Türkiye -eğer hâlâ sıkılmadıysanız- önümüzdeki soğuk kış geceleri için sıcak bir alternatif olabilir.
'Senal' gerçeklik
Yok, yok, başlıkta bir yazım hatası yok. 'Senal' gerçeklik lafını bir televizyon reklamından ödünç aldım. Bisküvi reklamındaki adam, gözündeki sanal gerçeklik gözlüğüyle diyor ki: "Diyelim tabakta bir tek bisküvi kalmış. Ne yaparsınız? Tabii ki hemen sen alacaksın. Biz buna 'senal' gerçeklik diyoruz." Ama tam elini uzatacakken yanındaki kız o bisküviyi kapıp, ağzına atıyor.
İçini cep telefonunuzun uygulamasında görebileceğiniz bir buzdolabı reklamı vardı. Ev ahalisi dolapta pastanın son dilimini görünce onu kapmak için aceleyle eve koşuyordu. Ben de bu reklamı eleştirmiştim. "Ailenin anlamı paylaşmaktır. Bizim ailemizde o son dilimi herkes birbirine ikram eder" diyerek... Bisküvi reklamını da aynı nedenle sevemedim. Son bisküviyi kapma çabası, insan bencilliğinin gelip dayandığı son noktayı gösteriyor çünkü.
Hayata 'sanal' değil 'sen al' gözlüğüyle bakıp kendimizi 'banal' bir dünyaya mahkum etmiyor muyuz zaten?
Zap'tiye
Almanya'da telefon kulübeleri kütüphaneye dönüştürülüyor. Bizde ise kütüphaneciler içeridekileri "Lütfen telefonla konuşmayın" diye uyarıyor.
Gaf kürsüsü
Muhabir, röportaj sırasında Defne Samyeli'ne iltifat edeceğim derken, büyük çam devirdi: "Her geçen gün biraz daha güzelleşiyorsunuz. Bu kadar yaş da varken..."
Ne demiş?
Şarkılar Bizi Söyler'den bir diyalog... İbrahim Tatlıses: Keşke erkek olsaydın. Kızı Dilan Çıtak: Seansına 6 bin lira verip o erkekliği yok etmeye çalışıyorum zaten.