Zor... Hem de çok zor... Çünkü çocuklar güvende değil. Dünyada masumiyetin simgesi olması gereken bebeleri haber bültenlerinde hep eziyet görürken, öldürülürken, sokağa terk edilirken görüyoruz.
Babaları, evden kaçan karısına kızdığı için üç çocuğunu sıra dayağına çekip, görüntüleri de sosyal medyada yayınlıyor.
Dedesi, 2 yaşındaki torununun eline tabanca verip ateş ettiriyor. Sosyal medyada paylaştığı görüntünün altına da "Şimdiden alışıyor koçum" yazıyor.
Ölümcül hastalığıyla boğuşan 2 yaşındaki çocuk, yaşamını yitiriyor. Doktorlar minik bedenini incelediklerinde görüyorlar ki, tecavüze uğramış...
Öz annesi ile sevgilisi, küçücük çocuğu boğuyorlar. Henüz hayattayken, cinayetlerine yangın süsü vermek için evi tutuşturuyorlar. Çocuk, yanarak ölüyor...
MESAFELİ OYUN OLUR MU?
Babası, evde yokken dışarıya kaçmasın diye öz evladını ayağından zincirliyor. Evde yangın çıkıyor. Diğer kardeşleri kendilerini can havliyle dışarı atarken, bizimki yardım çığlıkları atıyor. Neyse ki mahallenin kahraman abileri içeri dalıyor da çocuğu diri diri yanmaktan kurtarıyorlar...
Peki ya şans eseri hayatta kalan çocuklar ne yapıyor? Pandemiden dolayı evden burunlarını dışarıya çıkartamıyor, okullarına gidemiyor, arkadaşlarıyla gönüllerince vakit geçiremiyorlar. Maskeli, temassız, dokunmasız, kucaklaşmasız, soğuk ve mesafeli bir hayatın içinde çocuk olmak kolay mı? Arkadaşıyla aynı oyuncağı paylaşamadan, kaydırakta kucak kucağa kaymadan, kankasıyla okul servisinde yan yana oturamadan nasıl çocuk olunur ki? Dokunmadan ebelemece, sarılmadan bezirgan başı, üst üste yığılmadan uzun eşek oynamanın yolunu bilen var mı?
Siz bu satırları okurken, memleketin ücra köylerinden birinde çocuklar, ellerinde camı kırık cep telefonlarıyla 3 kilometre ötedeki tepeye tırmanmaya başlamışlardır bile. Çünkü EBA ancak orada çekiyordur...
Kapsama alanımıza ülkenin tüm çocuklarını dahil etmeden, Meclis'teki dokunulmazlık zırhını milletvekillerinden önce evlatlarımıza giydirmeden onları mutlu mesut yaşatmanın imkanı yok.
Bir nesil, parmaklarımızın arasından kayıp gidiyor. İleride, geleceğimize uzanan zincirin bu kayıp halkasını çok arayacağız, çoook!..
Düğün magandalarından geriye kalan
Bugüne kadar düğün magandalarının hep kurbanları üzerine konuştuk. Kendini bilmezlerin sözde eğlence olsun diye sıktıkları kör kurşunlarla hayatını kaybeden çocukların, kadınların, erkeklerin hikayelerini anlattık. Peki ya onların geride bıraktıkları ne yaşıyor, ne hissediyordu? Onu da bize bu haftaki Kırmızı Oda dizisi anlattı. Hem de yaşanmış bir öyküyle...
7 yaşındaki Osman'ın şu hayatta sadece bir tanecik annesi vardı. Bir gün beraber yürürlerken Osman susadı. Annesi onu bir bahçenin duvarına oturttu, eline kırmızı bir düdük verdi ve "Korkarsan bu düdüğü çal, ben hemen gelirim" diyerek su almak için karşıdaki bakkalın yolunu tuttu. Az sonra mahalleden bir düğün konvoyu geçti. Magandalar havaya ateş edip duruyorlardı. Osman korktu, düdüğünü çaldı. Annesi koşarak onun yanına gelirken bir kurşun kadını buldu. Osman düdüğü çaldı, çaldı, annesi hiç gelemedi.
Küçük çocuğu yetimhaneye koydular. İlk gecesinde pencereyi açtı, düdüğünü çalmaya başladı. Günlerce çaldı, çaldı, çaldı ama annesi gelmedi... Sonunda bizim kliniğin pedagoguna götürüldü. Sonrası, zorlu bir tedavi süreci...
Biz dışarıdan bakanlar için düğün magandası kurbanları sadece birer istatistik veri... Ardında bıraktıkları ise paralıyor ciğeri...
Gaf kürsüsü
Ünlü şarkıcı Halsey, "Herkes sakin olsun" şeklinde Türkçe bir tweet attı. Demet Akalın ise (herkes'in doğru yazılışını 'herkez' diye bildiği için ona teklifte bulundu: "İstersen Türkçe öğrenebilirim." (Onu bile doğru yazamamıştı)
Zap'tiye
Aynı çatıya çıkıp intihar etmek isteyen iki kişi sıra kavgası yaptı. Meğer memleketin en büyük ihtiyacı boş çatı imiş!
Ne demiş?
BORİS: Senin doğum günün ne zaman? SALİH: Bilmem. BORİS: Ne demek bilmem lan? SALİH: Biz sadece yetimhaneye bırakıldığımız günü biliriz. (Annemin Yarısı filminden)