Dünya yaratıldı yaratılalı, ister tanrıça olsun, ister efsane, ister etiyle-buduyla insan, öyle kaç güzel gördü ki... Bir Milo Venüs'ü, belki bir Leonardo da Vinci'nin La Jakonde'u, yine belki Kanuni Sultan Süleyman'ın aklını başından aldığı söylenen Hürrem Sultan (şu sıralar pek gözde olan Osmanlı tarihine torpil geçelim), -haydi bazılarınızın hatırı kalmasınyine belki bir Marilyn Monroe, belki bir Grace Kelly ve bir de o. "Belki"siz o. Mutlaka o. Greta Garbo. Ardından bestelenen bir şarkıda denildiği gibi, ölümüne tanrının bile hıçkırarak ağladığı Greta Garbo. Güzelliğini "çok yakından" tanımış birkaç erkeğin arasında -anası kadir gecesi doğurmuş olmalı- bir Türk'ün de bulunduğu "Buzlar Kraliçesi" Greta Garbo. Yooo, erimeyen, ömürleri çağların ötesine uzanan Buzullar'ın Kraliçesi Greta Garbo... (Listedeki isimlerin hemen hepsi, bugün yaşamış olsalardı, mutlaka kendilerini bir estetik cerrahının bıçağına teslim etmek ihtiyacını duyardı. Kimi burnu için, kimi dudakları, kimi kulakları. Cümledeki "hemen hepsi" ndeki "hemen" istisnası, tabii Greta Garbo'yu ifade ediyor. Estetik cerrahlarının bile önünde huşuyla diz çökecekleri Greta Garbo'yu.) Ölümünün üstünden 15 yıl geçen Greta Garbo, şu sıralar doğumunun 100'üncü yılı dolayısıyla yeniden yorgun dünyamızın gündemine girdi. "İyi ki doğdun da 'güzel' kavramını soyuttan somuta dönüştürdün" denilerek. Ve de yaşamının ilk 20 yılını geçirdiği Stockholm'e Greta Garbo turları düzenleniyor. İster turistik deyin, ister kültürel, isterse ölümsüz güzelliğin beşiğine hac ziyaretleri. Ne dersiniz; tur rehberinin peşine takılalım mı? - İsveç başkentindeki ilk durağımız Wollmar Yxkulisgatan semtindeki 27 no'lu bina. "Gamla Södra BB" doğumevi. Greta Louisa Gustavsson, ilerdeki adıyla Greta Garbo, 18 Ekim 1905'te burada dünyaya geldi. Anna ve Karl Alfred Gustavsson'un üçüncü çocuklarıydı. O gün ilikleri donduran bir soğuk vardı. Greta'yı yıkayıp pakladıktan sonra kalın kundağa sardılar, sonra çengelli iğnelerle tutturulmuş bir battaniyeye. - Şimdi Blekingegaten mahallesindeyiz. Çok yoksul olan 7 kişilik Gustavsson ailesi burada bir apartmanın ikinci katında tek oda ve mutfaktan ibaret dairede yaşıyordu. Greta öylesine utanıyordu ki evlerinden, hiçbir arkadaşını davet etmiyordu. Evlerinin sokağı çamurdan ve sağa sola atılmış boş içki şişelerinden geçilmiyordu. O beş katlı bina 1972'de yıkıldı. - Sıra Katerina Bangata semtindeki Katarina Södra ilkokulunda. 1912'de Greta -bugün bile eğitim veren- bu okula başladığında 7 yaşındaydı. Çok başarılıydı. 1919'da yüksek notlarla mezun oldu. Yıllar sonra Stockholm belediyesi okulun yakınlarındaki küçük bir meydana onun adını verecekti. - Högbersgatan, no.15. Katarine Kilisesi. Greta burada vaftiz edildi. - Götgatan 97'deki Ekengrens kuaför salonu. Aslında berber demek daha doğru. Greta 14 yaşında babasını kaybetti. Kardeşleri gibi o da ailenin geçimine katkı için çalışmaya başladı. Ekengrens Kuaför'de çırak olarak. Her gün öğleden sonra işyerine gidiyor, berber bir müşteriyi tıraş ederken, o diğer müşterinin sakallarını sabunlayıp tıraşa hazırlıyordu. Verilen bahşişleri de magazin dergilerine yatırıyor, aktör ve aktristlerle ilgili haberleri adeta yutuyordu. 14 yaşındaydı ama gelecekte ününde epey etkisi olacak o erkekimsi tavırları ortaya çıkmaya başlamıştı. 1.81 cm boyundaydı. Ayaklarının büyüklüğünden ve göğüslerinin küçüklüğünden utanıyordu. Bir gün dükkana İsveç'in büyük mağazalar zinciri PUB'un kurucusunun oğlu Paul Bergström geldi. Greta'ya acıdı, "Size buradakinden daha iyi bir iş bulabilirim" dedi. 20 Temmuz 1920'de PUB mağazalarında işbaşı yaptı. (Bir rivayete göre, aslında işi ayarlayan semtlerindeki kilisenin dul kalmış annesini baştan çıkaran papazıydı. Günahları boyunlarına.) - İşte o mağazaya geldik; PUB Hötorget. Önce moda reyonunda görevlendirildi. Orada mankenlik yapıyor, firmanın reklam filmlerinde oynuyordu. Sonra şapka reyonuna aktarıldı. Bir gün yeni bir filmine şapka seçmek için yönetmen Erik Petschler geldi. Greta'nın fiziğinden etkilenip Luffar-Petter (Serseri Peter) filminde bir rol önerdi. - Nereye geldik? Ah, Hamngatan'daki NK terasına. Greta Garbo'nun ilk reklam filmlerinden birini çevirdiği yer. Greta ve üç rol arkadaşı, üç genç kız, reklamını yaptıkları pastaları ve diğer tatlıları tüketmek için yarışıyorlar. - Brunkebergs Torg no.15'teki Odeon Tiyatrosu. Ne yazık günümüzde artık yok. "Serseri Peter" filmi 26 Aralık 1922'de orada gösterime girdi. Seyirciler arasında elbette Greta da vardı. Eleştirmenler beğenmedi. Ancak sadece bir gazete Greta Gustavsson adlı oyuncuya dikkat çekti, "Anglosakson havası nedeniyle bir yıldız olabileceğini" yazdı.
OKUL İÇİN CEKET ÇALDI
"Serseri Peter"dan sonra Greta oyunculuğa devam etmek istiyordu. Yönetmen Petschler kendini geliştirmesi gerektiğini söyledi ve ders almasını öğütledi. Kraliyet Dramatik Sanatlar Okulu'na giriş sınavını yaşamının sonuna kadar unutamadı: "Bayılmak üzereydim. Ancak PUB mağazalarına dönmek zorunda kalabileceğimi düşünmek doping etkisi yaptı. Sınavı başarmak zorunda olduğumu anladım." Kazandı ve 18 Eylül 1922'de ilk dersine girdi. (Yine iddiaya göre, okul ücretini ödemek için çalıştığı mağazadan bir kaşmir ceket, bir kırmızı ipek elbise çalmaya karar verdi. Öğretmenlerine hediye edecekti. Suçüstü yakalandı. Greta'nın pişmanlık gözyaşlarından ve "Annem duyarsa ölürüm" paniğinden etkilenen mağaza müdürü acıyıp olayı ört-bas etti.) Zaten kısa bir süre sonra işi bıraktı. İstifa mektubunda "Sinemaya başlamak için ayrılıyorum" yazdı. Kendisini Hollywood'a ve ölümsüz yıldızlığa götürecek yolu çizmişti artık - Efendim burası da Odengatan 7 b. Yönetmen Mauritz Stiller'in evi. O sıralar yeni bir projesi olmayan Petschler, genç kıza "Gösta Berling Efsanesi" filmi için rol dağıtımına başlamış Mauritz Stiller'in adresini verdi. Yıl: 1923. Üç kez kapıdan döndü, ancak dördüncüde görüşebildi. Stiller bir deneme çekimini kabul etti, sonra da "Küçük hanım, çok toplusunuz. Sizin için düşündüğüm rolde oynamak istiyorsanız, en az 10 kilo vermelisiniz" dedi. Çok sinirlendi Greta, dişlerini sıktı ama isteneni yaptı ve onca rakibinin arasından sıyrılıp filmde Kontes Elisabet Dohna rolünü kaptı. Stiller bir şey daha istedi; Gustavsson soyadının hem pırıltısız hem de sıradan olduğunu söyleyip, "Bundan böyle" dedi, "senin afişlerdeki soyadın Garbo olsun. Çok daha zarif. Anlaştık mı?" Başını salladı. Yahudi kökenli Rus olan Stiller, İsveç sinemasının iki kurucu babasından (diğeri Victor Sjöström) biriydi. Greta ile yolları kesişmeden önce 45 filme imza atmıştı. - Skogskyrogarden mezarlığı. Hem Greta Garbo'nun yaşam yolculuğunun, hem de turumuzun son durağı. Garbo'nun külleri İsveç'e ölümünden 9 yıl sonra gönderildi. 1999 Haziran'ında buradaki mezara konuldu. Annesi, babası ve ablası Alva'nın yattıkları aile mezarlığı da az ötede bulunuyor.
BİR GECELİK MACERA
İyi ama 1925 ile 1999 arasında 74 yıl var. Greta Garbo'yu ölümsüzler arasına katan uzun zaman dilimi. İstanbul'da adını birkaç kişinin bildiği ama sır olarak sakladığı bir Türk gencinin koynunda geçirilen gecenin de yer aldığı 74-75 yıl. Rehbere teşekkür edip o yıllara ve o yılların götürdüğü yollara yönelmenin zamanı geldi. Hollywood'a yelken açmasından hemen önceki yılda gizlenen hoş bir sürprizle, İstanbul yolculuğuyla başlayalım. 1924. Stiller, bir bölümü İstanbul'da geçen bir öyküyü beyaz perdeye aktarmaya karar verdi. Greta Garbo'yla birlikte Orient Express'le kıtaları birleştiren büyüleyici kente geldiler. Garbo, Pera Palas'ta 103 no'lu odaya yerleşti. Kaldıkları 10 gecenin birinde Garbo kumar masasına oturdu ve tüm parasını yitirdi. O kadar ki, otele borcunu ödeyemeyecek duruma gelmişti. Senaryonun İstanbul bölümü de iptal edilmesin mi! Pera Palas'ı gecelerinin durağı yapmış olan İstanbul'un ünlü zenginlerinden birinin oğlu durumu öğrendi, Garbo'ya bir teklifte bulundu: "Ben tüm borcunuzu öderim han'fendi ama bir gecenizi benimle geçirirseniz" Garbo kabul etti. Greta Garbo bu İstanbul macerasının ertesi yılı, Stiller'le birlikte Amerika'ya gitti. Onları yeni dünyaya götürecek transatlantik 27 Haziran 1925'te demir aldı, 6 Temmuz'da Big Apple'a yanaştı. Hollywood'da kısa ama ABD'de uzun bir yaşam Garbo'yu bekliyordu. Birkaç gün sonra ABD'ye yerleşmiş İsveçli bir aktrist onu ünlü fotoğrafçı Arnold Genthe'le tanıştırdı. Büyülenmişti Genthe, birkaç kare fotoğrafını çekti. Ve onlardan biri "Vanity Fair" dergisinin 25 Kasım 1925 tarihli sayısının kapağını süsledi. Greta'nın tepkisi mi? "Amerikalılar'ın maddeci, basit, ahlakla bağdaşmayan kurallara sahip bir topluluk olduğunu o kapakla anladım!" Ancak fotoğraf gerektiği yerden, Hollywood'dan ses getirmekte gecikmedi. MGM stüdyolarıyla sözleşme imzaladı Buzlar Kraliçesi. O sözleşmenin kendisini MGM'nin "malı" yaptığını bilmiyordu. İlerde o günleri şöyle anlatacaktı: "Dişlerimi kontrol ettiler, bacaklarımı yokladılar, zevkimi sorma ihtiyacı duymadan giydirdiler, tüm yaşamımı denetim altına aldılar." 1926'da Hollywood'daki ilk filmini çevirdi: "Şelale." Yönetmenliği Stiller'e verilmemişti. Ve hiç kimse Garbo'nun İngilizce bilmediğini aklına getirmemişti. Bereket o zamanlar sinema sessizdi. Greta yine ilerde Hollywood'daki bu ilk deneyini yerden yere vuracaktı: "Filmde işe yarar hiçbir şey yoktu. Senaryo da berbattı, uyarlama da. Ben de yeteneğimin ve performansımın utanç verecek kadar altlarındaydım." İkinci filmi "Baştan Çıkarıcı" adını taşıyordu. Stiller yine devre dışıydı. Greta çekimler sırasında ablası Alva'nın veremden öldüğünü haber aldı. Aklından "Buralarda ne işim var? İsveç'e dönsem mi acaba?" soruları geçti. O boşluktaki günlerinde bir de Hollywood'da değerinin bilinmemesine kahreden Stiller'in İsveç'e dönüşünün hüznü eklendi. Döner dönmez hastalandı Stiller, iki yıl sonra da öldü. Atlantik'in öte yakasında Greta artık tek başınaydı. Adı da "Yalnız Kadın" a çıkmıştı. MGM ile sözleşmesini yeniledi. İkinci dönemin ilk yapıtı "Kadın ve Şeytan" oldu. Müthiş tutuldu. Örneğin "Herald Tribune" gazetesi şöyle diyordu eleştirisinde: "Greta Garbo, tutkunun bedene bürünmesidir." Sonra o ünlü "Anna Karanina"yı çevirdi. New York Critics Award'ın "En iyi kadın oyuncu" ödülünü aldı. Yine "Herald Tribune"den aktaralım: "Bu kuşağın hiçbir aktristi 7'nci sanata bu kadar güzellik ve büyü getirmedi." Sarah Bernardt'ın yaşam öyküsünü anlatan "İlahe Kadın" ona yaşamının sonuna kadar taşıyacağı sıfatı kazandırdı: "İlahe!" Greta sessiz filmden sesliye başarıyla geçebilen sayılı sanatçılardandı. İlk sesli filmi 1930'daki "Anna Christie" oldu. "İsveçli Sfenks"in sesini duymak için milyonlar sinema salonlarına akın etti. Filmin reklamında "O konuşuyor" sloganı kullanıldı. Bu yeni dönemdeki ölümsüz filmlerinden birkaçını sayalım: "Mata Hari" (1931), "Büyük Otel" (1932), "Kraliçe Christine" (1933), "Marguerite Gautier'nin Romanı" (1937), "Ninotchka" (1939).
SİNEMAYA VEDA
İkinci Dünya Savaşı patlak verince Greta Garbo, İsveç'teki ailesi için kaygılanmaya başladı. Annesi, erkek kardeşi ve onun eşine "Her şeyi bırakıp buraya gelin" dedi. Ancak o aylarda annesi hastalanıp yatağa düştü ve 1940'ta öldü. Garbo 1941'de dönemin parlak yönetmenlerinden George Cukor'la "İki Yüzlü Kadın"ı çevirdi. Film tam bir fiyaskoydu. Eleştirmenler bombardımana tuttular. Ve Garbo sanat hayatını noktalamaya karar verdi. Henüz 37 yaşındaydı. Önünde yaşayacağı 50 yıl daha vardı. O yarım yüzyıl boyunca şöhretten, insanlardan bucak bucak kaçtı. New York'a yerleşti. 7 odalı lüks bir daire satın aldı. Günde iki paketten fazla sigara içiyor, vejetaryen yemeklerle besleniyordu. Bir de sayısı giderek artan votka-soda kadehleriyle. Telefonlara cevap vermiyordu. Central Park'a gidiyordu kalın ve simsiyah gözlüklerle. Sadece sincapları beslemek için. Bir gün bir fotoğrafçı onu Akdeniz kıyılarında bir dostunun villasının özel plajında güneşlenirken yakaladı. Ondan sonra Greta bir daha hiçbir plaja ayak basmadı. Zaman zaman söylentiler yayıldı. Diyetisyen Gayelord Hauser'le nişanlandı, hayır Polonyalı orkestra şefi Stowoski'yle bilemediniz milyarder George Schlee'yle, hayır efendim İngiliz fotoğrafçı Cecil Beaton'la, hayır hayır armatör Aristote Onassis'le... Greta Garbo'nun son yıllarındaki yapayalnızlığını düşünmek bile mümkün değil. Ölümünden kısa süre önce, son güç kırıntıları da bedenini terk ederken, çevresindeki bir-iki kişiye şöyle diyecekti: "Ben yıllardır ölüyüm. Bu acımasız dünyada benim gibilere yer yok. Akıntıya sürüklenmiş bir şeyim ben. Hep kendimle yalnız kalmak istedim. Bu hiçlik duygusundan kurtulmak için keşke küllerimden yeniden doğmam mümkün olsa" Cenazesi yakıldı. Küllerinden yeniden doğacak mı, bilemeyiz. İyi ama zaten o hiç ölmedi ki...