Geçen perşembe gecesi bu satırları yazarken gelecek hafta aynı gün doğduğum yerde olacağımı ve yılbaşını 30 sene aradan sonra en sevdiğim dostlarımla birlikte geçireceğimi düşündükçe içimi bir heyecan sarıyordu. Atina'daki Noel ve yılbaşı hazırlıkları her yıl olduğu gibi bu yıl da eş dost ziyaretleri, hediye aramak için yoğun alışveriş trafiğinden sonra irili ufaklı barlarda kadeh tokuşturmalar, kim kime ne almış; kim kime ne vermiş; içleri doldurulmak için satışa çıkartılan dizi dizi hindiler; her evde, her mağazada, her meydanda dikili çam ağaçları karmaşık duygular doğuruyor. Bir yandan heyecan diğer yandan kasvet... Heyecan çünkü yılın bu son haftası yılın 52 haftasının baş tacı olarak kabul ediliyor. Kasvet çünkü insan çocukluk yıllarını aklına getiriyor ve o mutluluğun artık solmaya başladığını hissediyor. ANKARA YILLARI Bu karmaşık hislere kapılanlardan biri olarak ben de 30 yıl geriye; yani çocukluk yıllarıma dönmeye karar verdim bu yıl. Madem yıllar geriye dönmüyor, ben geriye döneyim bari dedim. Ankara'da Hıristiyan ailelerin sayısı oldukça azdı o yıllarda.. Şimdi ise daha da azaldı. Şeker Bayramı günlerinde yazdığım bir yazıdan dolayı bana e-mail'le ulaşan okurlarımızın hatta ve hatta ilk göz ağrım Cumhuriyet'te köşesinde benim bu yazımı ağırlama nezaketini gösteren ve gazetecilikte bana hocalık yapan Özgen Acar'ın iltifatlarından "cesaret" alarak bu kez de Ankara'da yaşayan nadir Hıristiyanların Noel'i nasıl karşıladığını kaleme almak istedim özetle... Çocukluktan aklımda kalanlardan biri de Hıristiyanlara özgü ve yılbaşından tam bir hafta önce kutlanan Noel günlerinde, okuduğum Türk ilk- orta ve lise okullarında biz tek tük Hıristiyan öğrencilere özel olarak "izin" verilmesiydi, bizim için bayram olan o günlerde... O günler okula gitmez; babamızla alışverişe; İtalyan ya da Yunan Sefaretlerinin içindeki kilise ayinlerine; arkadaşlarımızla sinemaya, bilardo ya da satranç oynamaya gider; resmen kutlanmayan bir ülkede Noel bayramını kutlardık. Ankara'daki Noel bayramları, konu komşu, akraba dost, Müslüman- Hıristiyan ayrımı gözetmeksizin, öğlen vakti kurulan ve altında herkes için birer hediye bulunduran, süsleri ve ışıklarıyla "zengin" çam ağacının yanındaki "zengin tabaklı" sofralarda yenen yemeklerden sonra yapılan şen şakrak sohbetlerden, atılan kahkahalardan, "portatif" pistlerde oynanan tango, vals, çifte telli, zeybek danslarından öteye gitmezdi. Tam bir kültür senteziydi sanki... Bunca yıldır, Hıristiyan ülkelerde geçirdiğim onca Noel'in hiçbiri o, Ankara'daki Noel günlerimin yerini tutamıyor. (Yaşlandık mı ne...?) Noel geride kalmış olsa da en azından yılbaşının karla karışık soğuk havasının 'kokusunu' koklamak eski arkadaşlarımı, 30 yıl önce Noel sofralarındaki komşularımızı bulup 'eskileri' konuşmak için yılın son haftasında doğup büyüdüğüm yere, İstanbul kökenli olup 'sılasını' çektiğim Ankara'ya gideceğim ve çocukluktaki gibi trene bineceğim için oldukça heyecanlıyım. Bu da Noel Baba'nın bir hediyesi olsa gerek.