Yaz bitmek üzere, ama ülkede yangınların sonu gelmiyor. Üç, beş yerde başlayan yangınların her yaz olduğu gibi ardı arkası kesilmiyor. Gelibolu'da biter bitmez, Antalya'da başlıyor hemen. Derken Kaz Dağları'nda... Geçenlerde yedi bölgede birden başlayan yangınlar da yaşandı. İstanbul, 1800-1920 yılları arasında büyük yangınlar geçiriyor, bir de 1894'te minareleri dahi uçuran bir büyük deprem. Neredeyse tamamı ahşap evlerle dolu İstanbul'da deprem, elbette takdiri ilahi, yangınların sorumluları ise mangal, soba, patlıcan ve tabii ütü... "Mangalı, sobayı anladık da patlıcan nereden çıktı?" diyenlere yanıt, eski bir İstanbul tekerlemesinde: "Patlıcan mevsimi gelince, İstanbul'da deliler ile yangınlar çoğalır." Bu tekerlemenin açıklaması ise içeriğinde... Demek isteniyor ki, patlıcan mevsimiyle birlikte çokça kullanılan kızartma tavalarının devrilmesi sonucu parlayan ateş, yangınlara neden olur; bu mevsimde sıcakların artmasıyla ruhsal dengeleri bozulan İstanbullular da, başlarına huni geçirerek sokakları doldururlar. Ütünün sorumluluğunu unuttuğumu sanmayın. Yangınlarda ütünün rolü, patlıcana göre daha belirgin. Çünkü, eskiden ütüyü kızdırmak için yöntem, dökme ütünün içine kor halinde kömür konularak ısıtılmasıydı. Kömürün gerek mangalda hazırlanması, gerek ütünün içine konulması sırasında ise sayısız kazalar oluyor ve tabii bu da yangınlara yol açıyordu. Erkekler mutfak işini severler de, iş ütüye gelince çamura yatarlar. Hadi şimdinin ütüleri elektrikli, fişi taktın mı prize, işin kolay. Bir de bunun 40-50 yıl öncesi gelsin aklınıza. Benim de böyle bir dökme ütüm vardı. Üniversiteye gelirken ne olur olmaz, elektrik kesilirse kullanırım diye annem kitaplarımın arasına koymuştu. Annem içine mangal kömürü koyarak ütü yaparken ben kolayını bulmuştum. Ütüyü yine o yıllar onun kan kardeşi diye niteleyebileceğim 'sarı' gaz ocağının üzerinde kızdırır, öyle ütülerdim pantolonumu, gömleğimi... O ütü, daha sonra elektrikli ütüye yenik düşünce, bir süre de pencere içinde büyüttüğüm fesleğenlere ev sahipliği yaptı. Sonra da solan fesleğenler misali hayatımdan çıktı gitti. Yaşasaydı, şimdi antika eşyalar arasında duracaktı bedeni. Eşyalar da bakılmazsa zamana yenik düşüyor çünkü. Bu da bir başka türlü yangın değil mi ayrıca?
* * *
NADINA ŞİİR:
YARIŞ
Işığın hızıyla da yarışır kuş kanadıyla da Dağ pınarlarına düşürmüştür yüzünün gölgesini Ruhunun gölgesi suların aynasında
REFİK DURBAŞ