Çağdaş şiirimizin, tiyatromuzun ve elbette düşünce hayatımızın önemli adlarından Melih Cevdet Anday, 14 Haziran 1994 tarihli Cumhuriyet'te çıkan (Daha sonra Felsefesiz Yaşamak, Adam Yayınları, 2002) "Müstehcen Ne Demek?" başlıklı denemesine şu sözcüklerle başlıyor: "Arapça bir sözcük 'müstehcen', kökeni 'hecin'. 'Hecin' ne demek? Bir tür devenin adı... Deveden yola çıkılarak 'müstehcen'e nasıl gelindiğini bilemiyorum." Melih Bey'in çalışma masasında sözlük eksik olmazdı. Sanıyorum 'müstehcen'in sonundaki 'tehcen'in ya da 'müstehcin'in 'hecin'e benzerliği üstadı yanıltmış olabilir. Gelelim 'müstehcen'e... Ayıp, terbiyesizce, iğrenç anlamına gelen 'müstehcen', Arapça bir isim olan 'hücnet'ten geliyor; anlamı da 'soysuzluk, bayağılık, kötü davranış, söz ve dil ayıbı'... Çoğulu 'müstehcenat'; 'müstehcin' ise 'ayıp sayan' anlamında... Tüyü makbul, eti lezzetli, taşıt olarak da kullanılan 'deve'nin 'müstehcen' ile ilgisine "Yok artık, deve," diyeceği geliyor insanın... Tüyünden yapılan giysilerle 'makbul'luğu; bir 'eşek' ardında da olsa aç-susuz kızgın çölleri aşmasıyla 'dayanıklı' oluşu bir yana, 'peron'larda kurban edilmesi de etinin lezzetinin bir nişanesi değil midir?
DEVE TABANINDAN BİFTEK
70'li yıllarda İzmir İkinci Kordon'da gece yarısı çalışan bir köfteci amca vardı. Köftenin yanında ince belli çay bardaklarıyla rakı da verirdi. İzmir'in renkli gazetecilerinden, sevgili Nüvit Tokdemir ile kimi geceler biz de misafiri olurduk amcanın... Her seferinde de gençliğinde deve tabanından nasıl biftekler yaptığını anlatırdı. Yine o yıllarda Cumhuriyet'in efsane yazı işleri müdürlerinden Bülent Dikmener ile İzmir'den Bodrum'a giderken Aydın taraflarında develeriyle dağdan inen Yörükleri görürdük. O yıllarda şimdinin yatırım çılgınlığı nerede? Çoğu kimse doların, markın resmini dahi görmemiş... Bülent Dikmener, "Toprağa yatırım yapın," derdi, Yörükleri göstererek; "Yeter ki dağın başında arazin olsun. Kışın kar gömer, yazın buz niyetine satarsın." Böylesi mazbut ve makbul bir hayvan olan 'deve'nin bir özelliği de güreşmesi... Horoz dövüşçü olarak bilinir. Aslında 'müstehcenlik' de horoza yakışmaz mı? İhsan Yakut, uzun araştırmalar sonucu 'Ege'nin Deve Güreşi Şenlikleri'ni bir kitapta topladı (İzmir Büyükşehir Belediyesi Kent Kitaplığı). Deve güreşleri Çanakkale'den Mersin'e, Ege ve Akdeniz yöresinde gerçekten de bir şenlik... Yakut, deve güreşlerinin tarihinden başlayarak güreş oyunlarını, ödüllerini, deve giysi ve süslerini, ünlü güreşçi develeri anlattıktan sonra güreş deveciliği konusundaki önerilerini sıralıyor. İhsan Yakut, deve güreşlerinin kronolojisini verirken 1958'de Salihli'de yapılan bir şenlikten de söz ediyor, ki ben o yıllarda Salihli Ortaokulu'ndan öğrenciydim. Güreşlerden önce develer, üzerinde binbir renkli süslü halıları ile kentin sokaklarında dolaşırlardı. Bu sırada develerin toprak yolda bıraktığı ayak izlerine kadınların, özellikle genç kızların saçlarını sürmelerine bir anlam verememiştim. Develerin değil ama, sahiplerinin, cazgır ve hakemlerin, yani şenlik görevlilerinin avcılar misali nice zengin hikâyeleri vardır. Onlar da meraka değmez mi?