Evriminin ilk dönemlerinde insanoğlu, günümüz fast food kuşağını anımsatır biçimde yiyeceklerini ağzına atmada parmaklarını kullanırken, zaman içinde bıçakla lokmalarını küçültmeyi akıl etti, ardından sulu yiyecekleri kolayca atıştırabilmesini sağlayan, kenarıyla da bir ölçüde bıçak işlevini yürütebildiği kaşığı keşfetti. Çatal ise çok sonraları bulundu. Bir kez servis takımları ortaya çıkınca kibar çevreler bu işi moda haline getirdi ve abarttıkça abarttı. Hangi yiyecek için hangi çatal ve hangi kaşığın nasıl kullanılması gerektiğine ilişkin erken 20. yüzyıl görgü kitaplarındaki ayrıntıları buraya aktarmaya kalksam, ortaya çıkan listeye bu sütunlar yetmez.
Görgü guruları, bu çok sayıda yemek alet edevatının yemek yemeyi kolaylaştırdığını söylerler. Bunları kullanmakla insanın kibar sayılacağı savına karşı çıkarsam görgüsüzlükle damgalanabilirim ama bunların yemek yemeyi kolaylaştırdıklarına ilişkin söyleyecek bir çift lafım var. Çünkü sofra araç gereçlerini üreten firmaların birbirinden pırıltılı, birbirinden ilginç çatal kaşık ve bıçak takımlarını mantık süzgecinden geçirdiğimde, bunların önemli bölümünün hiç de gerekli olmadıklarını görüyorum. Bu kadar alet edevat masada yer alınca, psikologların "çatal korkusu" diye adlandırılan bir fobi türünden söz etmelerini yadırgamamalı. Servis takımı parçalarının ne işe yaradıkları hakkında hiçbir fikri olmadığı halde kibar bir sofraya yolu düşen ve önünde uzanan çatal bıçak ormanı içinde kaybolan kişilerin korkusudur bu.
Gerçekten de gümüş takımlarla kesilip biçilip, karşıda oturan hanımın dekoltesine doğru fırlamadan ağzın yolunu bulabilen bazı yiyecekler pekala parmaklar kullanılarak de yenebilir. Göz gelimi, olgun bir şeftaliyi parmağının ucunu bile değdirmeden tabağın üzerinde çatal bıçakla soyduktan sonra, kesip yine çatalla atıştırma cambazlığına ne gerek var?
18. yüzyılın ikinci yarısında fabrikasyon şeker üretiminin bulunmasından sonra, bugün hâlâ birçok evde çay ikram edildiğinde şekerlikten fincan ya da bardağa kesmeşeker aktaran küçük maşa ilk kez 19. yüzyılda yapıldı. Kısa sürede parmaklarla çaya şeker atmak ayıp, maşa kullanmak ise moda haline geldi. Öyle ki 1839'da kibar bir centilmen kesme şekeri maşa ile tutmazsa sosyetede iyi şöhretini yitirebiliyordu.
Ben etki-tepki ilkesine inanırım. Nitekim görgü kuralları insanları cendere gibi sardığında, bu sefer de sofra adabını abartmak "özenti" olarak yorumlanır, küçümsenir oldu. İlla doğru çatal ya da kaşığı kullananlar, kendine güvensiz ya da gösteriş düşkünü olarak değerlendirildi. Gerçek aristokratların, bugün "kibar magandalık" olarak adlandırabileceğimiz, "uygarca kabalığın" dozunu bilmeleri, yeri geldiğinde çatal yerine parmaklarını kullanmaları onlardan neredeyse bekleniyordu. Kırmızıturp, küçük krakerler, kereviz sapı, bütün tane çilek ve zeytin ise görgü kitaplarına elle yenmesi caiz yiyecekler olarak geçiyordu.
Yanlış çatalı kullandığında görgüsüz sayılan biri, doğru çatalı kullandığında da görgüsüz sayılabiliyorsa, işin doğrusu neydi? İşte meselenin püf noktası da bu. Yanlış çatalı eline alıp, onun yanlış olduğunu bildiğini göstererek kullanmak, kendisinin görgülü üst tabakaya mensup olduğu izlenimini uyandırıyordu. Özellikle sofra adabında her gün yeni bir çatal ya da kaşığın ortaya çıktığı geçen yüzyıllarda gelişmeleri anında takip etmek, bile bile yanlış kullanmak bugün hiç de akıllı işi gelmiyor. Ama 19. yüzyıl başlarında kısa bir süre çorbayı kaşıkla değil de çatalla içme modasının saman alevi gibi yayıldığını ama bu saçma sapan modanın çok kısa ömürlü olduğunu eklemekle yetineyim ve modaların pek akıllı işi olmadığı yolundaki önyargılarımı bir daha vurgulamış olayım.