- Sizin izleriniz neler peki?
- Zamanla değişiyor. İlk koleksiyonum Ayna'yı, dedeme ithafen yaptım mesela. Onun da adı Niyazi Erdoğan. Ben taşrada; Tarsus'ta doğdup büyüdüm, hayatımın yarısı orada geçti. Sahip olduğum değerler oradan geliyor. Ailem toprakla uğraşıyor. Dedemler köyden şehre göç ediyor ve bir yaşam biçimi kuruyorlar. Çalıştıkları Pazar yerinde (arasta) belli bir stil anlayışları var. Rahat etmek için hep aynı şeyi giyiyorlar. Yarı şehirli, yarı geleneksel bir tarzları var. Şalvar üzerine ceket ve gömlek giyiyorlar mesela. Güneşten koruyan bir şapkaları var. Benim de takık olduğum giysiler vardır. Aynı kalıp pantolonu giyer, aynı şeylerle kombinlerim. Niyazi de beni ben yapan bir isim. Biraz dedeme, biraz geçmişime bakış derken Ayna çıktı ortaya..
- İlk çıkışınızın bu kadar geleneksel parçalarla olmasının algı problemi yaratabileceğinden endişelenmediniz mi?
- Pazar kaygısı olmadan yaptığım için endişelenmedim. Neticede kıyafet devrimi yapılmış bir ülkede yeniden şalvar tasarlamak ilginç. Ama şalvar Anadolu'da hâlâ giyilen, fonksiyonel bir kıyafet. Zaten birebir değil, örmeden ve denim kumaşından yaptım. Sokakta da giyilebilecek şekilde yorumladım. Uluslararası basından çok olumlu tepkiler geldi. Özellikle denim şalvarlara aşırı bir talep var. Global de olsa alaturka tarafları bulunan şeyler yapmayı seviyorum. Bu benden kaynaklanıyor çünkü; genlerimde var. Geleneksel bir tarafım vardır benim. Bayramlarda aile ziyaretlerini ihmal etmem mesela. Ülke olarak da öyleyiz. Ortada bir yerdeyiz.