Bir seyahatimde havalimanında yaşadığım bir takım tatsızlıklardan sonra Malatya'ya iş icabı bu gidişim ilkti. İşte o son nahoş gezi sonrası iyi geldi bana bu gezi. Özlemişim. En çok da çeşmesinden akan suyunu. Hani kana kana derler ya! İşte öyle içtim. Sağolsun Belediye Başkanı Ahmet Çakır İstanbul'da hayatını kazanan Malatyalı gazetecileri topluca şehre davet etti. Amaç da bugüne kadar yapılan çalışmaları ve bundan sonra yapılması düşünülen projeleri yerinde anlatmaktı. Yeni belediye binasında bizlere bir sunum yapıldı. Sunum gayet iyiydi ama sunulduğu bina o kadar sevimsiz geldi ki bana oraya takılı kaldığım için samimiyetle söyleyeyim anlatılanların çoğunu can kulağıyla dinleyemedim. Kusura bakmasın ama o proje Ahmet Vefik Alp gibi bir mimarın adına hiç yakışmamış. Kazulet gibi bir beton yığını görüntüsü olan binanın içindeki atmosfer çok sevimsiz. Belediye binası mı, yoksa hastane binası mı inanın belli değil. Hiç beğenmem ama vallahi yeni yapılan Çağlayan Adliyesi binası bile Malatya Belediyesi'nden daha güzel.
Neyse...
Çakır'ın projeleri gayet güzel. Malatya'nın adına, büyüklüğüne yakışır işler yapılmış. Gerçi son yıllarda kentin aldığı göç nedeniyle yapılan çalışmalar pek yetmez olmuş ama devamında düşünülen projelerle o eksikler tamamlanacak gibi görünüyor. Zaten Büyükşehir olmasının nedeni de sırf bu yüzden. Allah var bu bütçeyle, bu nüfusa hizmet ancak bu kadar olurdu.
Tabii beni endişelendiren bi konuya da dikkat çekmek istiyorum. Evet. Mecburen, el mahkum metropolleşirken, ister istemez de betonlaşmaya ve sanki şehir o meşhur, "Yeşil Malatya" imajından uzaklaşmaya başlamış. Başkan Çakır bu endişelerimin yersiz olduğunu söylüyor. Ve ağaçlandırma çalışmalarının son sürat devam ettiğini anlatıyor. Mesela benim çocukluğumun ilk kısmının da geçtiği Sümerbank Fabrikası çalışanlarının lojmanlarının yerine yapılan parklar gibi. Gerçekten de vatandaşın atmosfer deposuna dönüştürülmüş o alan. İmara açıp, betona boğmak da vardı tabii. Neyse ki Allah'tan bu olmamış. Sırf bu yüzden bile tebrik ediyorum Ahmet Çakır'ı ama bunların yetmediğini de bir kez daha ekliyorum. Yanılıyor muyum bilmiyorum ama Malatya'ya daha çok ağaç, daha çok yeşil lazım. Bunu hak ediyor çünkü. Onlarca ağaç türünün yan yana yetişebildiği kaç memleket var şu coğrafyada? İnanın geziye birlikte katıldığımız gazeteci arkadaşlarla akşam yemeği için vardığımız belediye tesislerinin bahçesindeki o ağaç çeşitlerini saydığımızda nutkumuz tutuldu kaldı öylece. Kayısı, kiraz, vişne, armut, ayva, ceviz, fındık, kızılcık, portakal, limon ve çam hangi toprakta yan yana deli gibi yemiş verir söyleyin lütfen?
Tabii sadece meyve ağaçlarındaki bereketi değil, hayırlı insan yetiştirmekteki bereketi de farklı benim memleketimin. Bir ara oturduk Ahmet Kekeç ve Turgay Güler'le Cumhuriyet sonrası ünlülerimizi saydık. Vallahi bitiremedik. Her çeşit var. Her renkten, her değerden, her bir taraftan insanımız var.
Düşünün. İnönü de bizim. Özal da... Hrant Dink de bizim, Ahmet Kaya da. Kemal Sunal da bizim, Kenan Işık da... Belkıs Akkale de bizim, Zerrin Özer de... Selahattin Alpay da bizim, Fahri Kayahan da...
Bi de bırakın Türkiye tarihine, dünya tarihine adını altın harflerle yazdırmışımız var. Tabii kastettiğim kişi papayı vuran Ağca falan değil. O da bizim maalesef ama ona bir rezervimiz var. Çok gurur duyarak adını andığımız bir şahsiyet değil. Benim dünya çapında ünlülüğünden kastettiğim kişi kısa bir süre önce hayatını kaybeden Apple'ın kurucusu Steve Jobs. Teknolojide devrim yaratan adam. Ölmeden önce yayımlanan belgesinde bütün dünya onu yetiştiren anasının Malatyalı olduğunu öğrendi.
Biliyorum şimdi bu yazdıklarıma bazıları kıs kıs gülüp, "Mikro milliyetçilik olur da bu kadar olmaz!" deyip alay edecek ama valla umurumda değil. Çünkü evet. Söz konusu Malatya olunca hakikaten gururum kabarıyor ve hakikaten memleket sevdam tavan yapıyor! ve onun için yazabilecek en güzel şeyleri yazmak istiyorum her defasında!