Eminim çoğunuz istiyorsunuzdur bu çözüm sürecinin barışla sonlanmasını ama iddia ediyorum ben hepinizden daha çok istiyorum! Hatta, "Bu barışı getirmek için gerekirse baldıran zehiri bile içmeye razıyım" diyen Başbakan'dan, "Ben oğlumu kaybettim. Başka analar kaybetmesin" diyen şehit analarından, "Bir evlat yolladım dağa, bir tane daha yollamak istemiyorum" diye isyan eden bütün Kürt babalarından bile çok!
Sürecin yanında olmamın asıl nedeni elbette ki "Kan dursun, analar ölmesin"dir. Ama benim başka bir derdim daha var. Bu iş olmazsa olmaz benim için. Yemin ediyorum size eğer bu süreç başarıya ulaşamazsa ben bugün yaşadığım ortamları, evimi, barkımı, mevcut çevremi terk etmek zorunda kalabilirim. Gerçekten de yaşayamam artık buralarda. Çünkü boğarlar beni. Onu yapmazlarsa bile yaşam alanlarımı daraltırlar. Şaşırdınız ama maalesef bu benim bir gerçeğim. Evet. Ben sürecin tam karşısında olan bir insan topluluğunun göbeğinde yaşıyorum. Çoğunluğu "Eli kanlı bebek katili ile masaya oturan da, o masanın etrafında toplaşanlar da haindir" diyenlerden oluşan bir ortamda geçiyor ömrüm. "Ne yazık ki!" diyemiyorum çünkü bu insanların hepsi bir biçimde benim insanlarım. Dostlarım, arkadaşlarım, akrabalarım, canlarım. Bazıları çocukluk arkadaşım, liseden mesela... Bazıları mahalleden arkadaşım. Bazıları oğlumun arkadaşlarının velileri. Bazıları başka ortamlardan tanıdığım dostlarım. Bazıları onların dostu, eşi, kardeşi, ahbabı falan.
Aslında hepsi de birbirinden değerli insanlar ama işte sistemin kendilerine yüklediklerinin dışında fazla bilgiye sahip olmadıklarından ve olmak için de artı bir efor sarf etmediklerinden; ne zaman bir araya gelsek gereksiz yere sevimsiz tartışmalar yaşıyoruz. Önceki gün de öyle oldu. Biraz kafa dağıtmak, meslek hayatımın yüklediği gerginlikten biraz uzaklaşmak için sadece kadınların olduğu bir arkadaş yemeğine gittim. Kadın muhabbetinin tavana vurduğu ortamlardan birine. Ben olmasam siyasetin s'sinden bile bahsetmeyen o arkadaşlar nedense beni görünce anında rotayı Türkiye gündemine, sürece falan kırdı. Hani, "Nereye gider bu işin sonu" diye sorsalar eyvallah! Biz de bildiğimizi, inandığımızı anlatırız elimizden geldiğince. Gerekirse de tartışırız. Ancak niyet özellikle beni taciz etmek ve gıdıklamak olduğundan kötü oluyorum. Yalan yok frenim patlayıveriyor.
Düşünün o gün söze ilk giren arkadaşın ilk cümlesi aynen şu oldu: "Anlatsana Sevilay! Senin Tayyip Erdoğan ne veriyor bu Kürtler'e?"
Şimdi bazılarınızın içinden olmayacak laflar ettiğini tahmin ediyorum ama sakin olun. Çünkü ben çok alışığım bu tarz üslup kullananlara. Kaldı ki altında da kalmıyorum. Gereken cevap neyse fazlasıyla veriyorum hakkını yani ama sonuçta üzülüyorum. O gün de öyle oldu. Kötüydü çok. Sinir bozucuydu. Niyetim aralarına karışıp birazcık lay lay lom yapmaktı sadece ama olmadı. Anlattım, anlattım, anlattım ve saçma sapan, hiçbir dayanağı olmayan argümanlarını çürütmeye çalıştım ama tabii çok yoruldum.
Eve döndüğümde öyle bitkindim ki eşim "Hayırdır bahçeyi mi belledin?" dedi. "Yok" dedim: "Bizim hatunlara bu sürecin olmazsa olmaz bir durum olduğunu anlatmaya çalıştım" dedim. İki hafta önce de onun da olduğu bir ortamda benzer bir durum yaşandığından "Ya sen de gitme bir daha. Kasma kendini yeter" dedi.
Doğru söylüyor evet. Aslında en kestirme yol bu! Gitmemek, aralarına karışmamak, konuşmamak ve yani tipik bir "sosyal sürgün" olarak hayata devam etmek en doğrusu belki de ama nereye kadar? Onunla konuşma, bununla konuşma, oraya gitme, buraya gitme, eee? Aynı sofrayı paylaştığımız insanlara bile anlatamayacaksak biz bu sürecin doğruluğunu nasıl gelecek bu barış arkadaş?