Dün akşam. Gazetenin Kıbrıs ve taşra baskılarından sonra gündeme düşen haberi görünce sinirden kendimi yedim bitirdim. Çünkü birçok gazeteci açısından bomba niteliği taşıyan haberi ben tam 1 hafta öncesinden duymuştum aslında. İstanbul Cumhuriyet Savcılığı'nda görevli bir haber kaynağım, savcıların MİT Müsteşarı Hakan Fidan, eski müsteşar Emre Taner, eski müsteşar yardımcısı Afet Güneş ve isimleri kamuoyundan gizlenen diğer 2 MİT'çinin soruşturulması konusundaki ısrarını devam ettirdiklerini kulağıma fısıldamıştı. Ve, en geç 1 hafta içerisinde de yeni yasa gereği Başbakanlığa bir dilekçe ile müracaat edip soruşturma için izin talebinde bulunacaklarını da söylemişti! Ama gelin görün ki, haber kaynağımı son derece güvenilir bulmama rağmen yazmadım bu bilgiyi. Çünkü konu son derece hassas, netameli bir konuydu ve bana gelen bilgiyi o an için ispatlayacak herhangi bir belge yoktu elimde. Eğer MİT'çileri sorgulamak için Başbakanlığa müracaat hazırlığında olan savcılar sonradan bu kararlarından vazgeçseydi ben ters köşeye yatmış olacaktım.
Neyse... Olan oldu. Akşam haber patlayınca tekrar İstanbul Savcılığındaki o haber kaynağıma ulaştım. En azından bundan sonraki süreçte neler olup bitecek öğrenmek ve sizlere en erken aktarabilmek için.
"Geç kaldın bak! Sana söylemiştim ve yazman konusunda da uyarmıştım" diye başladı söze.
Sonra da perde arkasında neler olup bittiğini bir bir anlatmaya başladı:
"Olay vahim. Operasyon aynen devam ediyor. Düşün ki, Başbakandan soruşturma izni isteyenler, kriz yarattığı, dengeleri altüst ettiği gerekçesiyle görevinden el çektirilen Özel Yetkili Savcı Sadrettin Sarıkaya'nın yerine gelen diğer savcılar. Yani Adem Özcan, İsmail Işık ile Sarıkaya'nın eski partneri Bilal Bayraktar. Onca tantana, kavga, onca iş, özel yasa falan filan. Hepsi boş anlayacağınız! Film başa sardı. Şu anda olan biten sadece ve sadece daha önce siyah beyaz çekilmiş olanın renklisi!"
Kaynağımın anlattıkları hakikaten çok enteresan. Ben de kalakaldım duyduklarım karşısında. Çünkü o kadar haklı ki! Yani, "N'oluyoruzzz kardeşim? Bundan sonra ne olacak? Ne yapacak Başbakan bu durumda?" dememek işten değil! "Vallahi Sevilay Hanım. Orası karışık işte! Benim duyduğum şu ki, Başbakan bu talebe cevap vermeyecek!"anlamadım önce ne demek istediğini; "Nasıl yani? Olur mu öyle şey? 60 gün içerisinde cevap vermek zorunda değil mi?" diye sordum haliyle.
"Yanlış biliyorsunuz. O dediğiniz 4483 sayılı Kamu Görevlilerini kapsayan genel bir yasa. Evet o yasaya göre 60 gündür süre. Ama burada söz konusu izni verecek kişi ya da hayır vermiyorum kardeşim diyecek kişi yürütmenin 1 numaralı ismi. Hal böyle olunca da o 60 günlük süre geçerli değil.
Çünkü kısa bir süre önce çıkartılan, 'MİT'çileri yargılama Başbakanın iznine bağlıdır' içerikli yasada belirlenmiş bir süre yok! Yani Başbakan bu durumda görev yaptığı süre boyunca savcıların bu talebine ister cevap verir. İsterse vermez! Kaldı ki cevap verse... Mesela kendinden bekleneni yapsa ve dese ki; 'Hayır! İzin vermiyorum!' O zaman da ne olur biliyor musunuz?" dedi.
O an anladım ki işte, haber kaynağım bana asıl meseleyi işaret ediyor. Zurnanın zırt dediği noktayı anlatmaya başlıyor yani!
"Ne olur?" dedim...
"Şu olur!" dedi ve başladı anlatmaya: "Başbakandan izin alamayan savcılar bu defa doğruca Danıştay'ın yolunu tutar! Başbakanın verdiği hayır kararını bozma yetkisi olan Danıştay da pekala diyebilir ki savcılara; 'Alın kardeşim! Soruşturun bu MİT'çileri!' Ondan sonra da şenlik başlar. Bi bakarsınız Başbakanın ve hükümetin kelle koltukta uğruna savaştığı Hakan Fidan ve diğer MİT'çiler İlker Başbuğ'un Silivri'de komşusu oluvermişler. Peki böyle bir durum varken Başbakan risk alır mı sizce?"
"Bilemiyorum ki" dedim cevaben... "Çünkü çetrefilli bir mesele olmaya başladı bu iş!"
Bu çelişkili yanıtım üzerine o da noktayı koydu:
"Çetrefil falan yok Sevilay Hanım. Savcılar kafaya takmış bu MİT'çileri. 'İlla alacağız kellelerini' diyorlar. Başbakan da 'vermem kardeşim' diyor. Vermeyecek de! Vermemesi de lazım zaten. Verirse kendisine kafa tutan malum güruha boyun eğmiş olur. Benim bildiğim Başbakan bu boynu eğmez!
Görürsünüz o talebe de 2014 yılına kadar cevap vermez!"