Hiç şaşırmadım. Asla sürpriz olmadı benim için Hakan Fidan'ın ve diğer MİT mensubu kişilerin terör örgütüne yardım ve yataklık ettikleri şüphesiyle savcılığa çağrılmaları. Tuhaf gelecek belki size ama ben bekliyordum böyle bir operasyon. Şimdi bana kalkıp, "Uydurma! Artistlik yapma Sevilay! Madem biliyordun o zaman niye yazmadın?" filan demeyin sakın, fena halde çuvallarsınız. Çünkü içinde yabancı bir dış istihbaratın da olduğunu duyum aldığım yeni derin yapılanmanın MİT'i yıpratmaya ve itibarsızlaştırmaya dönük sinsi bir plan içinde olduğunu yaklaşık bir ay önce yazmıştım ben. İşareti vermiştim size. Demiştim; "Uludere'de yaşananları MİT'e yıkmaya çalışanların tek amacı var. O da Hakan Fidan'ın başını yemek!" Bana inanmayanlar ya da merak edenler arşivlerden girip pekala bu konuda yazdıklarımı okuyabilir. http://www.sabah. com.tr/ Yazarlar/ yukselir/ 2012/01/15/ uludere-faciasinin-musebbibi- kim http://www.sabah.com.tr/ Yazarlar/ yukselir/2012/01/18/ uludere-ges-komutanliginin- devredilmesinin-intikami-miydi)
Aslına bakarsanız MİT'i ve yönetenlerini itibarsızlaştırmaya yönelik bu sinsi planın başlama tarihi Uludere'den de çok önce. Sinsi plan, MİT yöneticilerinin açılım sürecini desteklemek maksadıyla PKK'lılarla Oslo'da yaptığı görüşme kayıtlarının internette ifşa edilmesi ile başlatılmıştı. Kamuoyu nasıl şoka girmişti değil mi, devletin en köklü istihbarat örgütünün başındaki kişilerin PKK'lılarla o diyalogları karşısında. Muhalefet ayağa kalkmış ve Fidan'ın derhal istifa etmesi gerektiğini söylemişti. Eğer o gün Başbakan Erdoğan delikanlılık yapmayıp, kamuoyundan gelen tepkiler karşısında tırsıp, Fidan'ı sahipsiz bırakmış olsa idi, emin olunuz ki biz bugünkü tabloyla zaten karşılaşmayacaktık!
Neyse... Gelelim şimdi son duruma. Dün gün boyu emniyet ve yargıdaki haber kaynaklarımla kontaktaydım değerli okurlarım. MİT'çileri PKK'ya yardım ve yataklıktan ifade vermeye çağıran savcı Sadrettin Sarıkaya ile İstanbul Emniyet Müdürü Hüseyin Çapkın tarafından ani bir kararla görevden alınan iki emniyetçi, Yurt Atayün ve Erol Demirhan hakkında bilgi edinmeye çalıştım. Elimde belge olmadığı için birçok şeyi yazamıyorum elbette ama kafamı kurcalayan bazı noktaları da sizlerle paylaşmak istiyorum. Mesela Savcı Sarıkaya'nın MİT'çilere yaptığı çağrıdan başsavcı Turan Çolakkadı ve vekili Fikret Seçen'in, kendisine bağlı iki şube müdürünün işgüzarlığından Hüseyin Çapkın'ın haberinin olmaması bana çok ilginç geldi. Eğer durum gerçekten böyleyse... Yani bu ülkenin en köklü ve kapsamlı istihbarat teşkilatının başındaki bir adamın şüpheli sıfatıyla ifadeye çağrılmasından, yetkili makamların haberi yoksa biz harbiden ayvayı yemişiz o zaman! Nasıl olur böyle bir şey anlamadım. Dün görüştüğüm İstanbul Adliyesi'nden bir haber kaynağımın ortaya attığı iddia ise daha vahim sevgili okurlarım. Doğruysa eğer Savcı Sarıkaya'nın niyeti, aslında ifadeye çağırdığı MİT'çilerin evlerine baskın yapmakmış. Nöbetçi mahkemeye kararı yazdırtmış güya ama ifade çağrısından sonra ortalık karışınca son anda bu kararından vazgeçmiş. Hülasa... Bütün bu yaşananların sonucunda kanaatim şu ki; Bu meselede asıl dert Hakan Fidan ya da Afet Güneş'in PKK'yla görüşmesi değil. Olmadığı ayan beyan ortada! Bal gibi de biliyoruz hepimiz, başka bir şey var bu işin içinde. Sonuçta o görüşmeleri MİT'çiler keyifleri istedi diye değil, devlet istedi diye yaptı. O nedenle Savcı Sarıkaya'nın ifadeye çağırması gerekenler, verilen emri yerine getiren MİT'çiler olmamalıydı! Devlet olmalıydı! MİT yetkililerine; "Bu topraklarda akan kanın durması, barışın sağlanması, huzur ve mutluluk için git ve elinden ne geliyorsa yap!" diyen devlet!