Meğer ne çok ihtiyacımız varmış değil mi? Meğer, nasıl özlem duyar olmuşuz insancıl değerlere, insani yaklaşımlara, acıları paylaşmaya, "dinsinler" diye hep birlikte dua etmeye, onlara birlikte ağlamaya değil mi? Allah gani gani rahmet eylesin. Gerçekten hoş bir insanmış Tenzile Hanım. Güzel insanmış...
Gitti bu dünyadan. Gitti ama bu ebedi gidişinin ardından da bütün toplumun çok özel ve anlamlı anekdotlar yaşamasına vesile oldu.
Ana sevgisinin sevgilerin en büyüğü, kaybının ise acıların en büyüğü olduğunu bir kez daha anlamamıza aracılık etti rahmetli.
Padişah da olsa, devlet başkanı da olsa, başbakan da olsa, dünyanın en güçlü insanları arasında da gösterilse bir evladın, bir oğulun, kaybettiği anasının arkasından sergilemesi gereken tavrın aslında nasıl olması gerektiğini bir kez daha görmemize sebep oldu. Anasının kıymetini bilmeyenlere, "analığın" nasıl yüce ve kutsal bir duygu olduğunu hatırlamayanlara inanılmaz bir hatırlatma yaptı. Bir telefonu bile çok görenlere, alıp başını gittikten sonra arkasına bile bakmayanlara, aramayanlara, sormayanlara, senede iki kez olsa bile bayramlarda gidip anasının elini öpmeyenlere ders verdi Tenzile Hanım...
Bir ananın, oğullarının, kızlarının, gelinlerinin, torunlarının ona son vedasının nasıl bir içtenlikle olması gerektiğini bütün ülkenin gözleri önünde yaşanmasını sağlayarak, "Anaya, ataya, babaya uğurlama işte böyle olmalı! Evlatlar böyle vefa göstermeli" dedi.
Sonra, birbirine kızgın, kırgın, dargın olsa bile yaşanan bir ölüm, acı sonrası Anadolu insanının nasıl bir düsturunun, kültürünün, ahlakının, geleneğinin olduğuna dikkat çekmemize neden oldu Tenzile Hanım...
Acısını yaşayan Başbakan oğlu ile bir nebze olsun o acıyı paylaşmak, ona başsağlığı dilemek için evine kadar gelen rakibi Kemal Bey'i yan yana getirerek, dünyanın ne kadar fani olduğunu anlatmaya çalıştı. Siyasetin de, iktidarın da, muhalefetin de, kavganın da, rakip olmanın da bir yere kadar olduğunun altını kalın kalın çizdi.
Ben kendisini tanımadım. Tanıyanlardan duydum. Mesela bizim Sibel (Eraslan) anlatır. Der ki; "Rahmetli gerçekten dünya tatlısı bir insandı. Çok zeki bir kadındı. Tipik bir Karadeniz insanıydı. Nüktedandı. Onca yıldır İstanbul'da yaşıyor olmasına rağmen şivesinde en ufacık bir değişiklik yoktu! Ha Rize Güneysu'da yaşayan bir ana, ha İstanbul'un göbeğinde yaşayan Tenzile Hanım'dı..."
Düşündüm de...
Aklıma ne geldi biliyor musunuz?
Hani nüktedanmış ya rahmetli...
Tipik Karadeniz şivesiyle konuşurmuş ya!
Eğer yattığı yerden, bütün bu yazılanları, çizilenleri falan görüyorsa...
Diyordur ki herhalde "Kizlarrrr... Uşaklarrrr... Ula kim olursanuz olun! İster Bağdat'a sultannnn, ister Türkiye'ye Başbakan! Aha böyle ananuzun, babanuzun kıymetunu bileceksunuz! Onlari böylee seveceksunuz! Yanına gidup saracaksunuz, son yolculuğuna çıktiğunda da aha böyle uğurlayacaksunuz! Benum uşaklar gibi!