Bizim zamanımızda bir Necmettin Yıldırım vardı. Çevik kuvvet şube müdürüydü. O kadar üniversitenin içinde ve öğrencilerin dibindeydi ki, biz artık kendisine, "Neco" falan diye hitap eder olmuştuk!
Sabahın köründe adamları ile dalardı üniversiteye. Hepsine tembih etmişti; "Sakın durmayın! Sürekli gezinin kampusta ve gözdağı vermek için elinizdeki copu sallamayı da ihmal etmeyin!" diye.
Sallardı onlar da gözümüzün içine baka baka. "Bak kırarım kafanda ha!" tadında...
Biz de kendi aramızda gülüşür, mırıldanırdık onların duyabileceği biçimde; "Cop salla Neco, cop salla!"
Gençlik işte...
O zamanlar rektör Cem'i Demiroğlu'ydu. Tam bir öğrenci düşmanıydı rahmetli. Üç kişi birlikte merkez binanın önünden geçecek olsak, "Alo bunlar gene eylem yapmaya başlıyorlar ha!
Gel sen bi istersen buraya" deyip, Neco'sunu çağırırdı.
Fakülte kantininde toplu halde şarkı söylemeye ya da hep beraber öksürmeye kalksak Neco'sunu salardı üzerimize.
Her saldığında da en az 2 otobüs öğrenciyle şubenin yolunu tutardı Neco.
Otobüse dolduramadıkları da hastanenin yolunu tabii.
Şu anda ÖDP'nin Genel Başkanı olan Alper Taş o zaman da öğrenci liderleri arasındaydı. Eğer Neco onu şubeye götürmediyse eline kâğıt kalem alır, kimin kaç kemiği kırılmış, kimin neresi darbe almış hasar tespiti yapardı. Ertesi günü kafası gözü kırılanlar, sargılar içinde bu defa bir gün önceki saldırıyı protesto etmek için toplanırdı.
Neco bu defa onları toplardı...
Gün lümpenlerin, asosyal ve ülkücülerin günüydü.
Çünkü Neco bir tek onlara dokunmazdı.
Türbana özgürlük isteyen de, YÖK'ü protesto eden de, hükümete kafa tutup, "Kahrolsun emperyalizm, yaşasın sosyalizm!", "Yaşasın halkların kardeşliği" diyen de Neco'nun dayağından, o berbat muamelesinden nasibini muhakkak alırdı!
Bakınca şöyle bugünkü manzaraya...
"Bu fotoğrafta eksik olan tek şey sadece Neco!" diyor insan!
Yok yani bugünün gençlerinin bizden farkı!
Onların da tek derdi demokrasinin kendilerine sağladığı protesto hakkını kullanmak!
Keşke bir vatandaş, özgür bir öğrenci olarak eylem hakkını kullanma fırsatı verilseydi o çocuklara.
Rektörlerle toplantıda olan Başbakanı, "Kahrolsun Başbakan Erdoğan ve işbirlikçi rektörler" ya da "Kahrolsun YÖK" sloganlarıyla protesto etselerdi.
Ne olurdu yani?
Yok mu olur bu ülkenin hükümeti, Başbakanı ya da benim bile hâlâ içime sindiremediğim YÖK denen o abuk sistem?
Korkmayın olmaz!
Hiçbir şey olmaz!
Biz 20 yıl önce o kadar bağırmışız, "Kahrolsun faşist polis! Kahrolsun Neco'nun gaddar copu!" diye haykırmışız...
Yok mu olmuş?
Olmamış...
Olmamış ki bakın bugün bile, üstelik de AB adayı bir ülkede, en ufacık bir çekince göstermeden, sıkılmadan bir lokmacık çocukların üzerinde hâlâ dilediğiniz gibi tepinip, dilediğiniz gibi antrenman yapıyorsunuz!
Öğrencilere gelince...
Bir ablaları, üstelik de onların yaşadığı duyguları derinden anlayabilen bir ablaları olarak, kabul ederlerse naçizane bir tavsiyede bulunacağım:
Üzgünüm ama bir yandan da sizin adınıza sevinçliyim. Çünkü siz en azından bizim gibi yalnız değilsiniz. Hiç değilse size uygulanan şiddet, yapılan kötü muamele medyada yankı buldu. Bizim zamanımızda Neco'nun yaptıklarını kıytırık bir gazetenin iki sütununda duyurmak için bile canını dişine takardı bazı arkadaşlar. Size iki tavsiyem var. Birincisi; lütfen bir daha mümkünse, eylemlere giderken yanınıza hamile arkadaşınızı falan almayın. Bırakın polisin tekme tokat girişmesini, en ufacık bir arbedede, ya da itiş kaçışta o hamile arkadaşınızın hayatının tehlikeye gireceğini bilerek hareket edin. İkincisi; Siz siz olun. Sakın siyasilere güvenmeyin. Emin olun "salt iktidara muhalefet edeceğim" diye sizi sahiplendiğini söyleyen adamlar, yarın iktidara geldiklerinde polisin aynı muamelesine göz yummakta bir an bile tereddüt etmezler! "Nereden biliyorsun be ablaaa!!" demeyin! Çünkü bu ablanız tecrübeleriyle konuşuyor. Tecrübeleriyle!