Abuzittincim,
Bir an önce havalar dönse de köye gitsem diyorum.
Ankara bana yaramıyor..
Siyaset, rezalet, berbat bi trafik, ne ararsan var..Üstelik sis de bastı.
Londra'ya benzedi. Bi de kalitesiz kömür yakıldığından, kükürt soluyorsun.
Tam bu sırada bi sms: "Sağlık Bakanlığı sigaranın..."
Başlarım senin sigarana da bakanlığına da..
Yok, bu pazar kızmayacağım Abuzittincim.. Hani Londra dedim ya..
Bi gençlik anımı anlatacam. Böyle sisli puslu bi hava.. Bi arkadaşımla Soho'ya gittik. 25 yaşlarındayım. Arkadaşım, uzun boylu, atletik yapılı, gerçekten çok yakışıklı biri.
Soho'da nereye gidilir? Yan sokaklarda bi dansinge girdik. O devirde her yerde rock müzik var. Çılgın diskotekler..
Mini etek modası yeni başlamış. İngiliz kızlar bizim yakışıklının etrafını sardı. Ben de arada geçiniyorum. Uzatmıyalım, iki kızı gözümüze kestirdik. Daha doğrusu kızlar bizi kestirmiş. Dediler ki "Alın evin anahtarı, adres de şu. Biz kulüple anlaşmalı olduğumuz için hemen çıkamayız, iki saat sonra orada buluşalım".
Çözülmesi gereken ufak bi mesele daha vardı. Bizim de kulübe üye olmamız ve bilmem ne kadar paund ödememiz gerekiyordu. Tam aklımda değil ama bayağı bi para. Kızlar bi içim su.
Paundları saydık.
Tam denilen saatte adresteyiz.
Anahtarı deliğine sokamıyorum.
Arkadaşım aldı, o da sokamıyor.
Gece yarısını geçmiş. Biz didinirken kapının vizöründen bi ışık sızdı. Uykulu bi ses "Kim var orda? Şimdi polis çağıracam" diye bağırdı. Aynı anda bizde jeton düştü. Zokayı yutmuştuk.
Arkadaşım iyi bi karateciydi. "Bana nasıl kazık atarlar.
Yürü kulübe" diye kükredi.
Gittik, bizim kızlar başkalarıyla.
Arkadaşım doğrudan masaya yürüyüp yumruğunu tam ortaya vurdu. Ortalık karıştı. Havalarda uçuyorum. Kendime geldiğimde, bi sokağın köşesinde iki büklüm inler durumdayım.
Karateci de yanımda. Bi gözüm hiç görmüyor öbürü de ha kapandı kapanacak.
Birbirimize dayanıp zorla doğrulduk.
Kocaman atının üzerinde bi İngiliz polisi belirdi. "Dolandırıldık, şikâyetçiyiz" deyip, olayı anlattık. Polis duyabilelim diye atın üzerinden aşağıya sarkıp "İki gün önce Amerikan sefirinin oğlunu gangsterlerin elinden zor kurtardık.
Hâlâ yoğun bakımda.. Soho'da Soho'nun kanunları çalışır" deyip hayvanı mahmuzladı.
Arkadaşım "Bunu kendime yediremiyorum, gidip paramızı alacağız" diye tutturmuştu.
Yaptığımız hiç mantıklı değil, ben gitmeyeceğim, ama gurbette iki Türk.
Nasıl bırakabilirim.. Kapıda üç bodyguard dik dik bakıyor. Arkadaşım, Türkçe küfürler savurarak heriflerin üzerine yürüdü.
Adamlar da şöyle yarım çember vaziyeti aldılar ki bizi içlerine çekip iyice bellesinler.
Ben karatecinin tam arkasına yapışmış durumdayım. Aklımca az hasar alacam. Tam bu anda bi fren sesi. Kıbrıs şivesiyle Türkçe konuşan biri "Ne küfrediyorsun sen.. ?" diye bağırdı. Hepimiz duraladık. Arabadan inen, boyundan çok enine gitmiş adama bakarken, o, kapıdaki ayılara, İngilizce, "fuck..ne hale getirmişsiniz bunları. Götürün ellerini yüzlerini yıkayın" diye bağırdı.
Kıbrıslı Cengiz'le böyle tanıştık Abuzittincim. Meğer Soho'yu o tarihlerde, Kıbrıslı Türk mafyayla Yunan mafyası bölüşmüş. Cengiz bizim tarafın lideri. O gece kulüplerini teftiş ederken tesadüfen bize denk geliyor.
Arkadaşım kavgaya alışık da benim için piyango.. "Nedir benim Türklerden çektiğim.
Şimdi paranızı da istersiniz.
Bakın, Soho'da kuraldır. Kasaya giren çıkmaz. Sabaha kadar misafirimsiniz.
Sabah herkes işine...".
Gözümde kocaman bi pomat, karateci arkadaşımın kafasında sargı, bi kolu askıda, her şeye rağmen sabaha kadar eğlendiydik.
Cengiz bizi sevdi. Niye yalan söyleyeyim, biz de onu sevmiştik. İngiltere'de kaldığım sürece, zaman zaman Cengiz'e uğradım.. Dayak cennetten çıkmadır diye bi laf vardır ya.. Onun gibi bi şey oldu.. Münasip yerlerinden öperim Abuzittincim.
Kardeşin Güneş.
tecelligunes@yahoo.com