Fatih Altaylı'yı okurken çok güldüm.. Bir Fransız dostu ile İkinci Köprü'den geçiyormuş bir gece.. Rengarenk, yanıp sönen ışıklar..
"Bu kadar rengarenk aydınlatmayı bir yerde daha gördüm, söylersem kızarsın" demiş. Fatih "Söyle" deyince, Fransız söylemiş ama bu defa Fatih "Kusura bakmayın yazamayacağım" diyor. Güldüğüm o.. Niye?..
Yıl 1958.. Gazeteciliğe başlamışız.. Ben de spor sayfasını yapıyorum. Gazeteler siyah beyaz.. Bir başlık kırmızı hepsi o..
Bir gün sermürettip Mustafa Usta (Yani matbaanın baş ustası) geldi servise.. "İmkanlarımız gelişti.. Senin sayfada kırmızı ve mavi renkler kullanabiliriz" dedi..
Nasıl heveslendik, tahmin edersiniz..
Manşetin altına bir kırmızı çizgi attık.. Bir de altta köşe yazısı var. Çerçevesini mavi yaptık.. Hepsi o..
Ertesi sabah, Genel Yayın Müdürümüz Cihat Baban, elinde gazete öfkeyle servise daldı.. Spor sayfası üste gelecek şekilde önüme fırlattı ve bağırdı..
"Bu ne Hıncal Efendi? Ne bu sayfanın hali?. Rengarenk!. Orospu donu gibi!." (Sevgili editörüm. Sakın ola sansür etme, noktalar falan koyma.. Ayıbı bana ait. Bu notu da aynen bırak ki, okur kabahatin sende değil, bende olduğunu bilsin!..)