Dün Bedri'ye uğradım.. Dün, yani yazdığım güne göre.. Salı.. Doğum günüymüş, 26 Nisan.. Yatağında değil.. Yandaki odada masada oturuyor. Annesi Mutahhar Hanım başında.. "Doğum günü pastası ister misin" dedi.. Aslında, Mutahhar Hanım'ın bizi hastanede değil, evinde ağırlamasını hem de nasıl özledim.. Suphi Bey toplardı bizi, Bedri'nin "Resim yapacağım" diye darmadağın ettiği evlerinde.. Parmaklarımızı yerdik..
Bedri "Doktorlar kutlamaya gelenleri görünce, doğum günüm olduğunu öğrendiler.. Biri 'Senin doğum günün artık değişti. 18 Nisan' dedi.. O gün yeniden doğmuşum, Hıncal Ağbi" diye başladı lafa.. "Doktorlar haklı.. 18 Nisan'da hayatta kalmam bir mucize biliyor musun?.. Hatta mucizeler dizesi.."
Anlattı..
"Akatlar Kültür Merkezi kulisinde heykeltraş Mehmet Aksoy'la konuşuyoruz.. Bu suikastçı da etrafımızda dolaşıyor.. Mehmet 'Şu halimize bak.. Çelik yelekle dolaşıyoruz' dedi.. İlk mucize bu.. Adam bunu duydu ya, beni de çelik yelekli sanmış.. Sanmasa, otoparkta arabanın bagajına eğildiğimde, beni sırtımdan ve tam kalbimden vuracak.. Kurtulmam mümkün değil.. Çıktık.. Gideceğim iki yer var. Ortaköy'e eve, ya da Taksim'e Piramit'e.. Ortaköy'e gitmeye karar verdim. Bu, yaklaştı.. 'Beni de Taksim'e bırakır mısın' dedi.. 'Ben Taksim'e gitmiyorum. Oraya giden arkadaşlar var, seni götürür' dedim. Fena halde bozuldu. Anlamadım o an.. Yanımda asistanım var. Arabaya alsam arkaya oturacak ve ordan, boğazımı kesecek.. Taksim'e gitmeme kararım ikinci mucize.. Hani beni arabalarına almayanlar var ya.. Üçüncü mucize de o.. Rastgele birinin arabasına binsem, beni civardaki sağlık kliniklerinden birine bırakacak. Oysa ben o sırada zamana karşı yarışıyormuşum meğer.. Beşiktaş Belediyesi Sanat Danışmanı Selçuk (Kaltalıoğlu) bir taksi çevirmiş. Beni bindirmiş, kendisi de binmiş. Seçimi de o yapmış. Maslak Acıbadem.. O çok ince, o çok ileri teknoloji ve uzmanlık gerektiren hastanenin en hızlı seçimi ve hızla oraya ulaşmam mucize değil de ne?.. Ve de bu ameliyatı yapacak usta operatörlerin hepsi o sırada tesadüf hastanede, ya da 10 dakikada gelecek mesafede.. Mesela New York'ta kongrede değil.. Al sana dördüncü mucize.. Bir de hadi, dört buçuk diyelim.. Bu bıçağı 2 Mayıs'tan sonra yesem, bu doktorlar beni ameliyat edemeyecek. Çünkü o tarihten sonra özel hastanede ameliyat yapmaları yasak olacak, iyi mi?."
Güldü Bedri.. "Ve de son mucize.. Hani göbekleniyorum diye benimle dalga geçtin ya.. Adamın Rambo bıçağı, ince bağırsağı, 12 parmak bağırsağını, karaciğeri kesmiş geçmiş ve ana artere üç, sadece üç milim kala durmuş.. Orda durmasını sağlayan şey, senin 'Göbek' dediğin yağlarım. O yağlar olmasa, bıçak üç milim daha gitse ve arteri kesse, otoparkta, oracıkta ölürmüşüm.. Yola çıkma fırsatı dahi bulmadan.. O zaman benim ikinci hayatımın başlangıç günü, ölüp de dirildiğim 18 nisan olmuyor mu, gerçekten.."
***
Bedri'yi, "Harika Çocuk" olduğu günlerden tanırım.. Tanışmam, dünyaca ünlü bir ressam olduktan sonra.. Babası Suphi Ağbi yakın dostumdu. Uzun yıllardır Avrupa ve Amerika'da yaşayan oğlu, dönüp geldiğinde buluşturmuştu bizi.. Bedri'yi yakından tanıdım. Tanıdıkça sevdim..
Pek çoklarına ters gelen işleri benim için, onu değerli yapan özelliklerdi..
Bedri, benim için özgürlüğün, ifade özgürlüğünün, toplumun geri kalmış kurallarına başkaldırının simgesiydi..
O bir devrimciydi. Ama o yılların klişelerle örülmüş devrimcilerinden değil.. Her şeye başkaldırıcı.. Ortaköy'de bar açtı.. "Devrimci, solcu bar mı açar" dediler.. O bar, kurallara baş kaldırıydı oysa.. Yüklenmeler artınca, daha da ileri gitti.. Barında bikini mayo giymiş kadınlara çamur güreşi yaptırıp, toplumu daha da sarstı..
Yaptığı resimler, resimlerin içerikleri çağının ötesindeydi hep..
Ben Erkekçe'yi çıkarırken Los Angeles'e gitti bir arada.. Erkekçe fotoğraflar çekti, yolladı, mevcut iktidar Erkekçe'yi yok etmek için müstehcen yasaları çıkarma peşindeyken.. Ama o kadarla kalmadı.. Bir gün bir zarf geldi.. New York'ta koca bir duvar.. Duvarda kocaman bir türkçe yazı.. "Bunu da gör Hıncal!.." Öteki resimler, New York duvarlarına doldurduğu graffitiler..
Hayatını özetleyen bir sergi açtı bir gün.. Çocukluğundan beri sakladıkları da var. Kıyamet koptu gene.. İlk boşalmasını sildiği peçeteyi de saklamış.. "Bu da sergilenir mi" diye kıyamet koptu gene.. Amacın tutucu bir ülkede "İfade Özgürlüğü"nün sınırsızlığını vurgulamak olduğunu kimse anlamadı, söylemedi, söyleyemedi.. Her sergisinde, bu ülkede ifade edilmekten korkulan bir şeyin altını çizdi..
Devrimci, ama gerçek demokrattı. Karşı olduğu her şeyin başında, babasından miras aldığı CHP geliyordu. Bu partide Deniz Baykal diktasını yıkmak için, başkanlığa aday olması bir başkaldırıydı.
CHP'nin bu başkanlık sultasına izin veren tüzüğünü değiştirmek için tek başına kolları sıvaması, yepyeni ve gerçek demokrat bir tüzük yazması, bu tüzüğü tanıtmak için üşenmeden kapı kapı dolaşmasını unutmam.. CHP, bu tüzüğü kabullense, hem ülkenin demokratlaşmasına kendi partisinden başlayarak daha inandırıcı olur, hem de başkanı değiştirmek için video kasetlerine ihtiyaç kalmazdı.. Bedri Baykam, bir devrimcinin oğlu olarak doğdu büyüdü.. Dünyayı dolaşarak, görgüsünü, bilgisini arttırdı.. "Demokrat olmanın, ifade özgürlüğüne inanmakla başladığını" gördü.. Düşündüğü her şeyi ifade etti. İnsanlarımızın ifade özgürlüğünü kabullenmelerine yardımcı olmak için, bu özgürlüğü en uç noktalarda kullanmaktan çekinmedi..
Bedri Baykam adı, benim için, sadece başkaldırının değil, ayni zamanda ifade özgürlüğünün de simgesidir.
18 Nisan günü, o bıçak, bu ülkede ifade özgürlüğüne saplandı..
Katılmadığımız fikirleri de dinlemeyi ve bu fikirleri söylemeye, tüm mahalle baskısına rağmen söylemeye cesaret edenlere, saygı duymayı ve ifade özgürlüğünü kullananlara destek, yani gerçek demokrat olmayı öğrenmemize zaten kilometrelerce yol varken, bir de bıçak yedik..
18 Nisan, dilerim bu ülkede, demokrasinin de doğrum günü olur.. İnsanların düşüncelerini, korkmadan, çekinmeden, ürkmeden ve başlarına bir şey gelmeden ifade edebildikleri gerçek demokrasinin..
Olur mu dersiniz?.