Yıl 1997.. Serkan, İzmir'de garsonluk yapıyor. Tatile gelen Moldovalı İrina ile tanışıyor.
Birbirlerinden hoşlanıyorlar. Aralarında aşk başlıyor. İrina Türkiye'de kalıyor. Birlikte yaşamaya başlıyorlar.
Yıl 1998.. Oğulları Burak doğuyor. Ayni yıl Serkan askere çağrılıyor. Gitmiyor. Kaçıyor. Sistemi basit. Arkadaşı Kadir'in kimliğini ele geçiriyor. Resmi çıkarıp kendi resmini yapıştırıyor. Sahte isim, sahte kimlikle Alanya'ya taşınıyor. Ailesi de beraber.
Yıl 2001..
İkinci çocukları Buse doğuyor.
Yıl 2008.. Üçüncü çocukları Ataberk doğuyor. Serdar sahte kimlik taşıdığı için evlenmeleri mümkün olmuyor. Kimlik olmayınca, çocuklar da nüfusa kaydedilmiyor.
Yıl 2009. Serkan gene şehir değiştiriyor. Fethiye'ye göçüyorlar ve orada bir hata yapıyor, sahte kimlikle banka kartı çıkarmaya kalkıyor. Oysa esas Kadir o bankanın eski müşterilerinden. Bilgisayar sahtekarlığı anında ortaya koyuyor. Banka durumu polise bildiriyor. Polis Serkan'ı tutukluyor.
Yasa açık. Önce mahkeme. Sonra mahkumiyetin çekilmesi.. Sonra askere sevk.
Buraya kadar tamam.. Peki İrina ne oluyor?.
Sınır dışı ediliyor..
Ya çocuklar?..
Baba hapiste.. Anne sınır dışı.. Çocuklar çocuk yuvasına teslim ediliyorlar..
Filmlere konu bu öyküyü, Posta'nın birinci sayfasında okudum. Ben olsam manşet yapardım.. Sabah'a manşet yapardım. Hatta, Moldova'ya bir muhabir gönderir, İrina'yı bulur konuşur, Muğla Çocuk Yuvasına gider, çocukların yaşamını izler dizi yapardım.
Günlerce okunur muydu, okunmaz mıydı?.
Böyle yaşamın içinden, böyle insancıl öyküler yok..
Her Allahın günü "Dedim..
Dedi" haberleri.. Bir takım siyasiler her gün birbirlerine sövüyorlar.. Biz her gün onları manşetlere aşıyoruz.. Allah için Amerikan, İngiliz, Fransız, İtalyan, Alman gazetelerine bakın, "Laf" üzerine kurulu tek manşet çıkıyor mu, haftada, ayda, yılda bir.. Bizde her gün. Adamlar sussa, gazete yapamayacağız..
Bu bizim ucuz, kolay gazeteciliğimiz.. Onun için okunmuyoruz zaten.. Tirajlara bakar mısınız?.
Bir Japon gazetesi, hem de tiraj sırasında üçüncü Japon gazetesi 10.5 milyon satıyor günde.. Türkiye'nin tüm gazetelerinin toplam satışı 3.5 milyon.. "Yok birinciyiz..
Yok ikinci olduk bakın" diye kasılıyoruz..
Posta'da İrina'nın üç çocuğuyla son resimleri vardı. En küçük Ataberk kucakta.. Burak ve Buse iki yandan annelerine sarılmış..
Yahu, anne, çocuklarından kopartılır mı böyle?.
İkinci Dünya Savaşı filmlerinde, böyle sahneleri, Hitler'in toplama kamplarında görmüştük. Yürek parçalayan ayrılık sahneleri..
Üç Türk çocuğunun annesi olması yetmez mi İrina'nın Türkiye'de kalması için?.
O çocuklar Türk değilse, niye anneleri ile sınır dışı edilmiyor da, Muğla Çocuk Yurdu'na veriliyorlar, o zaman..
Yahu bu ülkede bir tane idealist avukat yok muydu, "Durun" diye ortaya çıkacak?. Moldova'nın Ankara Büyükelçisi ne işe yarar?.
Anne ve çocukları ayırma cinayet gibi bir karar.. Bu kararı kim verdi?.. Nasıl verdi?. Vicdanlar duruyor.. Adalet duyusu duruyor.. "Efendim yasalar" diyerek bu kadar acı bir hüküm verilip uygulanıyor.. Heil Hitler!..
Kemal Türkler'i kızının gözü önünde öldüren adamın davası 30 yılda bitmiyor, adam zaman aşımından sıyırıyor. Üç Türk çocuğunun anası İrina apar topar sınır dışı.. Zavallı, günahsız çocuklar, sıcak aile ortamından, bir anda anasız, babasız yuvaya..
Tüm çağdaş hukukta, cezaların şahsiliği ilkesi vardır..
Bu çocuklar, bu ağır cezayı hak etmek için hangi suçu işlediler?.
Bu ülkede Adalet Bakanı var mı?.
İçişleri Bakanı var mı?. Çocuk ve Aileden Sorumlu Bakan var mı?.
Varsa eğer, onlara soruyorum..
Bu analarına son kez sarılan çocukların resmine vicdanınız sızlamadan, içiniz cız etmeden, gözleriniz yaşarmadan bakabilecek misiniz?.
O zaman, daha ne bekliyorsunuz, Posta'nın tokat gibi manşetine yanıt vermek için..
"Çocukların suçu ne?."