Hayatımda flamenkoyu ilk dinlediğim ve seyrettiğimde 23 yaşındaydım. Atletizm Milli Takımıyla Madrid'e gitmiştik. Özel bir uçak kiralamıştı federasyon.. Pilotla ahbap olmuştuk. İspanyol müziği ve dansına merakımı anlatıyordum. Daha evvel çok uçmuş Madrid'e.. Tecrübeli..
"Sakın ünlü kulüplere gitme.. Orda sunulan turistik şovlar" dedi bana.. "Gerçek flamenko istersen kenar mahalle kahvelerine git.."
Bir gece attım kendimi kenar mahallelerden birine.. Dolaşıyorum.. Müzik sesi geldi kulağıma. O yana yürüdüm. Köşeyi döndüm ki, sokak tıklım.. Sonra öğrendim. Çingene mahallesinde düğün varmış.. Bizim köy düğünleri gibi.. Kendileri çalıyor, kendileri oynuyor..
Müthiş bir müzik.. Harika gitarlar, insanın kanını kaynatan ritmler ve de hem de nasıl dans eden insanlar.. 5 yaşında çocuklardan başlayarak.. O yaşta başlarsan dansa, sonunda böyle oluyor işte..
Yani, demem o ki, 60'lı yılların başından beri flamenko izlerim. İçerde, dışarda.. Meraklıyım severim..
Ama Maria Tavora kadar çarpıcı bir flamenko dansçısı daha görmedim bugüne dek..
Hem de hiç ummadığım bir yerde.. Boğaziçi Üniversitesi Albert Long Hall'de..
Evin (İlyasoğlu) "Yeni Yıl Konseri biraz neşeli olsun" demiş, bir erkek, bir kadın şarkıcı, bir gitarcı, bir de ritmciden oluşan gurup eşliğinde dans eden Maria Tavora'yı davet etmiş. 480 kişilik salonda 600 kişi var. Bir o kadar da dışarda kalmış.. Vay ki vay..
"Dans etmek.. Aşkı, kalp kırıklıklarını, haksızlıkları, ölümü dikkate alıp mutluluğa, yalnızlığa, endişeye doğru ayni gözle bakabilmek ve bütün bunları flamenkonun katıksız melodi ve vuruşlarıyla anlatabilmek.." diyor, Maria ve hem de nasıl anlatıyor, bu duyguların hepsini, tüm vücudunu yay gibi kullandığı dansıyla.... Ben bunca yıldır, bu kadar güzel, bu kadar dişi bir İspanyol kadını az gördüm. Tam Yahya Kemal'in Endülüs'te Raks dediği olayı yaşatıyor, alnında halka halka aşüfte kakülü ile Maria.. Penelope Cruz halt etmiş.. Bu ne dişiliktir.. Tango halt etmiş, bu ne erotik bir danstır?.
Bir sandalyenin arkasında bir kırmızı ceket, önünde bir çift kırmızı ayakkabı var. Maria geldi. Sandalyeye oturdu. O iki pabucu ritm eşliğinde giydi, oturduğu yerde.. Ama ne giyiş.. Bunun gibi dört yazı yazdırır adama.. Kadının parmaklarının ucu, gözleri, bakışları dans ediyor..
"Raks ortasında bir durup oynar, yürür gibi;
Bir baş çevirmesiyle bakar öldürür gibi...
Gül tenli, kor dudaklı,kömür gözlü sürmeli,
Şeytan diyor ki, sarmalı, yüz kere öpmeli" derken Yahya Kemal ne hissetti, çarşamba gecesi anladım.. Aynen öyleydi ve onları hissettirdi, Maria çünkü.. Aynen..