İki Lance Armstrong'un yüzünü çok yakından izledim, o gece Fransız televizyonunda.. Ağlamamak için kendini zor tutuyordu ikisi de..
İlki güçlükle konuşuyor, sözcüklerin arasında duruyor, öbür kelime güçlükle çıkıyordu gırtlağından..
İkincisinin dudakları kıpırdamıyordu bile. . Ama yüzü ve gözleri öyle şeyler ifade ediyordu ki.. Gözyaşları boşalmak üzereydi.. Durmadan yutkunuyordu, kendisini kontrol edebilmek için.. Gırtlağı inip inip çıkıyordu..
İlk Lance, 1996'dan kalmaydı.. O ünlü basın toplantısı.. Koyu renk takım elbise vardı üzerinde, ama yüzü elbisesinden de karanlıktı.
"Kanserim" dediği zaman salondan bir uğultu yükselmişti.
" Kanserim ve artık bisiklete binmeyeceğim. Yarışmayacağım.. " Basın toplantısının özeti buydu.. Kapanış cümlesi üzerinde ise pek duran olmamıştı. Herkesin söylemesi gereken klişe laflardan biri gibi gelmişti çünkü..
" Bu hastalığı yenmeye kararlıyım ve kazanacağım!.. " İkinci Lance, 2005'teydi.. Paris'te Fransa Turu'nun podyumunda.. Bir yanında ikinci İtalyan İvan Basso, öbür yanında üçüncü Alman Jan Ullrich..
Fransız Askeri Bandosu, Amerikan Milli Marşını çalıyordu ve Lance ağlamamak için çırpınıyordu adeta.. Göremediğim göz yaşlarının hem de nasıl içine aktığını öylesine hissediyordum ki..
Hayır, bu kürsünün en tepesinde milli marşını dinleyen sporcularda görmeye alıştığımız sahnelerden biri değildi. Burada coşku ile hüzün birbirine karışmıştı..
Burada Turu yedinci defa, hem de üst üste kazanmak gibi insan üstü, doğa üstü bir zaferin hazzını yaşamak ile, efsanevi bir spor yaşamını bitirdiğini bilmenin buruk lezzeti, hüznü iç içe geçmişti..
.. ve bu iki Lance arasında, spor ve insanlık tarihinin en parlak sayfaları duruyordu. .
Bisiklet, 1900'lü yıllarda Tur'u beşer defa kazanan dört büyük şampiyon yetiştirmişti. Fransız Anquetil 60'lara, Belçikalı Merckx 70'lere, gene Fransız Hinault 80'lere, İspanyol İndurain 90'lara adlarını yazmışlar, 20'nci yüzyılı paylaşmışlardı.. Milenyum, 21'inci asır ise daha başlarken Lance Armstrong'a teslim olmuştu.
Turu 8 defa kazanıp onu geçecek birinin olabileceğini hiçbir bisiklet uzmanı düşünemiyordu bile.. Hele bunu, kanseri yendikten sonra yapabilecek bir sporcu daha çıkabilir miydi?.
1996'da testis, akciğer ve beyin kanseri ameliyatları geçirip, ağır kemoterapilerden sonra 1998'de yeniden bisiklete dönmüştü.
1999'da Fransa Turunu ilk defa kazandıktan sonra "Fransa Turunu kazanmak çocukluk hayallerimin büyüsüydü.. Şimdi dünya beni Tur galibi olarak değil, kanseri yendikten sonra, Fransa Turunu kazanan adam olarak hatırlasın.. O zaman dünyadaki milyonlarca kanser hastasının umudu olurum " demişti. Umut olmayı yedi kez tekrarladı Lance..
İnsanların adını anmaya korktukları, kanser sözcüğünü telaffuz etmekten çekindikleri, ama bunun yerine çok daha acımasız, çok daha insafsız, adeta bir "İnfaz" kararı gibi " Amansız Hastalık " dedikleri bir dünyada Kanserle Yaşamanın hem de nasıl mümkün olduğunu kanıtlamıştı. Hastanın kendisi, yakınları, çevresi, hayranları, herkes, ama herkes " Kanserle Yaşama "yı öğrenmeliydi. İşte o zaman Kanseri yenmek mümkün olabilirdi.
***
Parisliler, kentlerinde iki Amerikalı'yı coşkuyla, heyecanla, keyifle hatırladılar hep..
Birincisi gerçekti.. 1927 mayısında Paris'in Le Bourget hava alanına inişi dünyayı sallamıştı. Charles Lindbergh'di adı.. Atlantik'i yalnız başına geçen ilk pilot olmuştu tarihte..
İkincisi hayaldi.. Dünyaca ünlü Paris'te Bir Amerikalı Müzikalinin kahramanı.. Filmde Gene Kelly canlandırmıştı, sadece Paris'in değil, dünyanın sevdiği Amerikalı'yı..
2005'te Üçüncü Amerikalı'yı hem de nasıl coşku ile karşıladı Paris!.. Bu üçüncü, hayal ile gerçeğin karışımı, bir efsane, Lance Armstrong'du.
Paris'in içinde, bir bölümü dünyanın en ünlü caddesi Champs Elysees'de atılan 15 turu, ekran başında milyarlar izlemiş, naklen yayın yapan her televizyon geçen yıllara göre reytingleri katlamışlardı. Paris kaldırımlarında ise, Lance'in Paris'e son kez girişini alkışlamak üzere sabahın erken saatlerinde birikenlerin sayısının ise yarım milyonun üzerinde olduğunu gazeteler yazdılar.. Bu yarım milyonun hepsi Parisli değildi tabii.. Dünyanın dört bir yanından, bu tarihi anı hissetmek, yaşamak, koklamak için oraya gelenler vardı.. Türkiye'den, Amerika'dan, Japonya'dan, Arabistan'dan, İtalya, Fransa, Almanya'dan.. Brezilya'dan, Arjantin'den.. Kenya, Tunus, Cezayir'den.. Vietnam, Avustralya'dan gelenler vardı.
Ben vardım!. Paris Üçüncü Amerikalı'yı bir bayram, bir şölen, bir festival havasında bağrına basarken, ben de oradaydım..
Spor Yazarlığı hayatımın en büyük, en unutulmaz anını yaşadığımı bilerek..
Kanserin hem de böylesine mağlup edilebileceğini kanıtlayarak, tüm insanlığa umut olan Şampiyona, heyecanla, gururla, saygıyla, sevgiyle selam durarak..
Teşekkürler Lance... İnsan adına, insanlık adına teşekkürler!..