"Öldü" haberini aldım, yazamadım.. Yazmazsam yaşamaya devam edecek sanki.. Kabullenmezsem..
Cenazede fazla kalamadım.. Kaçtım.. Gittiğini görmezsem, gitmez belki..
Kaç defa geçtim bilgisayarın başına Oğuz Ağabeyi yazmak için.. Gene yazamadım.. Birinci cümleyi bulup oraya koyamadım ki, arkası gelsin..
"Son Gırgır" günlerdir evimdeki okuma masasının tepesinde.. Elime alamadım.. O "Son" lafı var ya.. O "Son" lafı..
Gırgır demek, Oğuz demek.. Son Gırgır.. Gırgır da Oğuz'la öldü demek.. Oğuz'la sonsuz günler, sayısız geceler yaşamış Gırgırcılar tekrar bir araya gelmişler, bu Son Gırgır'ı yapmak için..
Nasıl yaptılar acaba?.. Nasıl başardılar bunu..
Benki Oğuz Aral'la bir, topu topu bir gece geçirdim.. Bir çalışma gecesi..
Yeni Tanin'i çıkarıyoruz. Patron rahmetli Kamil Kırıkoğlu Oğuz Aral'la hısım. Oğuz hatır için çiziyor bize, parasız.. Hayk Mammer diye müthiş bir hafiye tipi var, o zamanların best selleri Mayk Hammer'den devşirme..
Ama Oğuz ağbinin kırk tarakta bezi var. Bir türlü zamanında gelmiyor bandlar.. O zaman faks, e-mail yok ki, çiz, anında yolla. Uçakla geliyor..
Kamil bey dedi ki bana birgün.. "Git İstanbul'a.. Oğuz'un başnda dur. Sabaha kadar çizdir kurşun kalemle.. Biz burda çiniletiriz.. Kardeşi Tekin yapar bu işi.. Hadi yallah.."
Yasemin, Oğuz'un o çalışma odasını görse, benim odamı, dünyanın en düzenli gazeteci odası ilan ederdi.. Ne duvarlar görülüyor, ne yer.. Her yerde bir şey.. Loş bir ışık.. Sadece o deve boynu bir lamba Oğuz ağbinin masasını aydınlatıyor..
Oğuz çiziyor.. Ben "Gak.." Sigara.. "Guk.." Bilmem ne.. Bir yandan çiziyor, bir yandan ama nasıl bir sohbet.. Sabah dek bitmesin..
40 yıl geçmiş aradan ben o tek geceyi unutmadım.. Oğuz ağbi ile yüzlerce gece geçirmiş Orhan, Cihan, Latif, Ramize, İlban Ergün, Serhat, Hasan, Nuri, Gani, Özden, Vedat, Behiç, İrfan, Galip ve Metinler nasıl unutsun peki..
Son Gırgır'ın sayfalarını nasıl ağır ağır, nasıl sindirerek çeviriyorum.. Her defasında da, bu "Son" u çizenleri düşünüyorum..
En güzel Gırgır mı?.. Bilmem.. Ama en Unutulmaz Gırgır olduğu kesin..
Tekin öldüğünde dünyaya küsmüştü Oğuz ağbi.. Görüyordum, biliyordum, ya- şyordum.. Çok oturduk, çok konuştuk.. Tekin'i hiç konuşmadan Tekin'i konuştuk, saatlerce..
İstanbul insanları ayıran şehir.. Bir araya gelmeler zor.. Telefonlaşrdık sık sık.. "Hıncal yahu" diye açardı..
Oğuz ağbiden kalan son şey, telefondaki sesi.. Buluşmak için sözleştiğimiz o son konuşma.. Hep derim ya.. Konuşmayın, sözleşmeyin.. Yapın..
Hele o "Yahu bir gün oturalım" lafı yok mu?.. O nerdeyse "Ötede buluşuruz" ile eş anlamlı..
Sesi kulağımda.. Hani "Baki kalan bu kubbede bir hoş seda" var ya.. O işte..
Benim "Son" Oğuz'um bir ses.. Şimdi yukarlarda internete girip bu yazıyı okumuşsa "Yuh ulan" diyordur.. "Bunu mu yazacaktın ardımdan.. Hem de günler sonra.."
Ben önce ölseydim, o neler yazar çizerdi oysa..