Saat 17:57... Hıncal Uluç Çeşme yollarında, Sevgi Hıncal'ın odasında. Hadi başa dönelim... Duydum ki Hıncalım tatile gidecek, Allah için hakkı da (Yağla kızım Sevgi). Gün
Sevgi'nin günüdür. Köşeyi ele geçirmek boynumun borcudur.
Daha önceden iki defa bu diyarlarda at koşturmuşluğum vardı. Ama bu sefer orijinal olmalı, Hıncal'ın koltuğuna kurulmalı. Üstelik Yaso da izinde. İlk adım, kendime asistan süsü verdim.
Çıktım Sabah gazetesinin onuncu katına. Ayıptır söylemesi öyle şirinim ki, onuncu kat ahalisi aniden bağrına basıverdi. E tam da işin en bezme saatleri. İki sohbet, Yaso'nun koltuğu elde var biiir.
Arsız kısmını bir keser mi? Kesmeez. Daldım Hıncal'ın odasına. Hey yavrum hey. Acayip manzara, kocaman masa, karşıda kırmızı koltuklar. Kitap kitap üstünde. Gazeteler yığılmış. Toplu adam şu Hıncal Uluç, bu oda bende olsa yazık olurdu hani.
Ayy karnım da acıktı... Mutfağa gittim tost söyledim. Çayımı da aldım. Aaa Hıncal'ın çayına batırdığı tarçın çubuklarından aşırayım. Hüüüpp. Bir de puro tüttürecektim ki offf.
Bir saniye... hooopp. Koltukta döndüm de. Tabii canım ben de Hıncal Uluç olsam benim de en gevreğinden kahkaham olurdu.
Ayy demin Mehmet Barlas'ı gördüm. Simsiyah olmuş, tatile gitti herhalde ama tatlı adammış gülücükler dağıttı. A bir de Aydın Ayaydın geçti. Neyse hadi millet uyanmadan tostumu gümletip iki çiziktireyim.
Ha bir de desteğinize ihtacım olabilir. Hani Hıncalımın e-mail adresine "Ayy ne tatlı şu Sevgi" kıvamında mesajlar atarsanız, ilahımsınız.