Türkiye'nin iç siyasi gündeminin dünya gündeminde kendine ciddi bir yer bulduğu ender dönemlerden birinden geçiyoruz. Dünya Türkiye'de olup biteni anlamaya çalışıyor çünkü Türkiye'de olup biten sadece Türkiye'yi ilgilendirmiyor. Türkiye'deki olaylar, hem ülkenin demografik ve ekonomik büyüklüğü hem de içinde olduğu Ortadoğu, Akdeniz ve doğu Avrupa coğrafyası nedeniyle çok boyutlu "bölgesel" bir öneme sahip. Ama en önemlisi şu: Türkiye'de olup biten demokrasi dediğimiz rejimin nasıl işlemesi gerektiği konusu nedeniyle aslında bütünüyle "evrensel" bir öneme sahip. Dünyanın gözü bu nedenle Taksim'de.
Bu son noktayı biraz açmak gerekiyor. Demokrasinin nasıl bir siyasi rejim olması gerektiği konusu bütün dünyayı ilgilendiren bir konu. Devletlerin bireylerin özel alanına girmesi, vatandaşların hak ve özgürlüklerine karışması meselesi sadece diktatörlük rejimlerinde olmuyor. Amerika ve Avrupa'daki gibi köklü demokrasilerden tutun, Mısır gibi yeni yeni doğan ve demokratikleşme sancıları içinde olan ülkelere kadar bu mesele revaçta. Sandıkta seçim kazanmış ve halen geniş bir toplumsal tabanı olan bir iktidar partisi düşünün. Bu iktidar partisi gerek Obama'nın Demokrat partisi, gerek Mısır'da Mursi'nin Müslüman Kardeşler'i, gerekse Recep Tayyip Erdoğan'ın AK Partisi olabilir. Seçim kazanmış bu iktidar partileri hangi kırmızı çizgilere saygı duymak zorunda? Bu konu sadece Türkiye'yi ilgilendirmiyor.
Mesela Obama'nın son iki aydır başı arka arkaya gelen telekulak skandalları nedeniyle ciddi şekilde belâda. Gerek medya özgürlüğü, gerekse bireysel özgürlükler "ulusal güvenlik" bahanesiyle ayaklar altına alınmış. Telefonlar dinlenmiş, raporlar tutulmuş. Birçok Amerikan sivil toplum örgütü "Yoktur Obama'nın Bush'tan farkı, polis devletine doğru gidiyoruz" endişesi içinde. Obama'yı hâlâ savunan ciddi bir toplumsal kesim var. Ama ondan nefret eden ve onun altında ABD'nin yanlış yöne gittiğine inananlar da her gün artıyor. Toplumu ve buna bağlı olarak siyaseti ve ekonomiyi paralize eden ciddi bir kutuplaşma var bugün ABD'de. Aynı şekilde Mısır'da demokratik olarak seçim kazanmış Mursi hükümeti de Mısır'da ciddi bir siyasi ve toplumsal kutuplaşma yaratmış durumda. Türkiye'deki tehlikeli toplumsal ve siyasi kutuplaşma işte bu tür bir dünya konjonktüründe gerçekleşiyor.
Sonuç olarak bazı önemli ve zor soruları sormak gerekiyor. Demokratik ülkelerde siyasi ve toplumsal kutuplaşma olduğunda demokratik sistem nasıl işlemeli? Özgürlükler ve kamu düzeni arasındaki hassas denge nasıl bulunmalı?
Demokratik olarak iktidara gelmiş ve geniş toplumsal tabana sahip bir iktidar ne zaman siyasi meşruiyetini kaybeder? Demokratik seçimler otoriter uygulamaları meşru kılar mı?
Zor sorular bunlar. Evet, demokrasi sadece seçimler demek değil. Demokratik hak ve özgürlükler kanunlar tarafından korunmalı. Ama nihayetinde hak ve özgürlükler anayasa tarafından belirlenir. Demokratik rejimlerde anayasa ve diğer yasalar "yasama" dediğimiz parlamento tarafından hazırlanır. Parlamento ise halk tarafından seçilir. O yüzden seçim olmadan demokrasi olmuyor. Gelelim en zor soruya: Toplumsal ve siyasi uzlaşı kültürü nasıl oluşur? Türkiye'de olup biten tam da bu soruya aranan cevap nedeniyle sadece Türkiye ve bölgesi için değil, ABD dâhil bütün dünya için evrensel öneme sahip.