Beklendiği gibi Başbakan Erdoğan, geçtiğimiz hafta Obama yönetimi tarafından oldukça prestijli bir şekilde ağırlandı. Bu ziyaretin belki de en önemli ve akılda kalır yanı, Amerikan devletinin Turgut Özal'dan bu yana ilk defa bir Türk liderini bu derece yüksek seviyede onurlandırmasıydı. Bu geziyi sık sık "tarihi" olarak nitelendiren Türk gazetecilerine Özal hatırlatmasını yapan Amerikan'ın o dönemki Ankara Büyükelçisi Morton Abramowitz oldu. Her ne kadar Başbakan Erdoğan son derece görkemli bir şekilde ağırlanmış olsa da, Morton Abramowitz birçok açıdan hayran olduğu Özal'ın Baba Bush tarafından tam iki gün süresince Camp David'de ağırlandığını birçok fırsatta Türk basınına hatırlattı.
Her ne kadar Camp David'de ağırlanmamış olsa da, neresinden bakarsanız bakın Erdoğan'a Washington'da gösterilen ilgi çarpıcıydı. Gerek Beyaz Saray'da heyet olarak 3 saate yakın görüşme, gerek Başkan Yardımcısı Biden ve Dışişleri Bakanı Kerry tarafından Başbakan onuruna verilen görkemli öğle yemeği ve belki de en önemlisi Obama ve Erdoğan'ın bir kez daha akşam yemeğinde 2 saat bir araya gelmeleri, Amerika'da devletin neredeyse bütün bir gününü Başbakan Erdoğan'a ayırdığının en açık kanıtıydı.
Tabii ki ilgi bu seviyede olunca ve bu ziyarete atfedilen önem de özellikle Türkiye'de bu kadar yüksek olunca beklentiler de o derecede artıyor. Özellikle Suriye konusunda Türkiye'de gerçekçi olmayan bazı beklentilerin oluşmuş olması beni açıkçası endişelendiriyordu. Washington'daki havayı iyi anlamayan bazı kalemlerin Türkiye'de sanki "Başbakan Erdoğan Obama'yı Suriye konusunda ikna edip harekete geçirebilir" ve "görüşme bunun için son şans" gibi bir hava yaratmış olmaları beklentileri ve hayal kırıklığı yaşanması potansiyelini gereksiz yere çok yükseltiyordu. Dolayısıyla benim korkum bu kadar yüksek beklentilerin olduğu bir ortamda, o klasik "dağ fare doğurdu" yorumlarının yapılacak olmasıydı. Neyse ki bu yorumlara gerek kalmadı. Zira Başbakan Erdoğan gerçekçi davranarak, Suriye konusunda ABD'den kendi beklentilerini sınırlamışa benziyordu. Amerikan tarafıyla da ziyaret sonrası yaptığım temaslarda edindiğim izlenim, Erdoğan'ın Suriye konusunda beklendiği kadar sert ve talepkâr olmadığı yönündeydi. Onun yerine Suriye konusundaki kendi tezlerini soğukkanlı ve analitik şekilde dile getiren ve diplomasiye yeni bir şans tanımak konusunda da beklendiği kadar isteksiz olmayan bir lider görmüş Amerikalılar karşılarında. Türkiye'nin Suriye konusundaki bu gerçekçi tavrı gündemdeki diğer önemli meselelerin de detaylı şekilde ele alınmasını sağlamış. Bu diğer konular, ekonomik ve ticari ilişkiler, Erbil ile ilişkiler, Bağdat ile potansiyel sorunlar ve fırsatlar, Gazze ziyareti ve İsrail ile ilişkiler ve de tabii ki İran konusunda ortak strateji belirlenmesi.
Sonuç olarak bu ziyarete damgasını vuran Suriye meselesinde ziyaret sonrasında akıllarda kalan "savaş yerine diplomasiye devam" teması oldu. Ama bu sefer takvim olarak sınırları belli ve somut hedef almaya yönelik bir diplomasi... Bakalım bu sefer yapılacak Cenevre 2 ne açıdan Cenevre 1'den farkı olacak?