Irak, Afganistan, Pakistan, İran, Suriye, Ortadoğu barış süreci. Bütün bu konular ABD dış politikasının son 10 yıldaki temel taşları ve öncelikleri. Başka bir özelliği de var bu konuların: ABD'yi 21. yüzyılda en çok zorlayacak asıl meseleden uzak tutmaları. Nedir bu asıl mesele? Tabii ki Çin'in ekonomik yükselişi ve Uzakdoğu'da Çin'in artmakta olan askeri gücü. 11 Eylül 2001 terörist saldırılarının yarattığı öfke sonrasında Amerika kendini İslam dünyasının ortasında iki ülkede kazanılması imkânsız savaşlarda yüzlerce milyar dolar harcarken buldu. Süper güç olarak Irak ve Afganistan'da girdiği bu savaşlar ABD'yi hem ekonomik olarak yıprattı hem de stratejik açıdan zayıflattı. 21. yüzyıl üzerine çalışacak akademisyenler ve tarihçiler muhtemelen 2000-2010 arasında ABD'nin girdiği bu savaşların en çok Çin'in işine yaradığını yazacaklar.
Obama 2008'de iktidara gelirken Irak'tan çıkma sözü verdi. Bu sözü şimdi yerine getiriyor. Amerikan ordusu yılsonuna kadar Irak'tan bütünüyle çıkmış olacak. Benzer bir durum Afganistan'da iki yıl içinde yaşanacak. Bütün bu stratejik hamleler Obama yönetiminin uzun dönemli hesaplarının ürünü. ABD Ortadoğu'da ve İslam dünyasında bataklıklara saplanmak istemiyor. Zira Washington 21. yüzyılın Asya'nın ve de özelikle Çin ve Hindistan'ın yükseliş yüzyılı olacağının farkında. Zaten tam da bu nedenle Obama yönetimi çok önem verdiği Pakistan meselesinde bile Hindistan'ı kızdırmak istemiyor. Aksi takdirde Obama Pakistan'ın Afganistan'da tam desteğini kazanmak için Hindistan ve Pakistan arasındaki Keşmir sorununu masaya getirmek konusunda Delhi'nin tavrından bu derece çekinmezdi. ABD'nin Asya'daki makro stratejisi Çin'e karşı Hindistan'ı yanında tutmak üzerine kurulu. Bu strateji nedeniyle ABD Pakistan'ı Çin'e kaptırma riskiyle karşı karşıya. Fakat Hindistan sonuç olarak Pakistan'dan daha önemli Obama için.
Son 10 gündür Uzakdoğu ve Pasifik bölgesini turlayan Obama'nın Çin'e vermeye çalıştığı temel mesaj şu: Washington bu bölgeyi askeri ve ekonomik açıdan boş bırakmayacak. Güney Çin Denizi ve bu bölgede Pekin'in hegemonya arayışları ABD'yi rahatsız etmekle kalmıyor. Çin'in askeri yapılanması aynı zamanda Japonya, Kore, Filipinler, Avustralya gibi ABD'nin Pasifik bölgesi stratejik ortaklarının da korkulu rüyası. Bu ülkelerin hiçbiri bölgede Çin'e karşı yalnız kalmak istemiyor. Bu ülkeler eskiden ABD'den askeri üsler karşılığında ne koparırız diye hesap yapardı. Şimdiyse, ABD'ye bu bölgede daha güçlü olması için ne verebiliriz hesabı yapıyorlar. Bu şartlar altında Obama'nın Asya- Pasifik turu boyunca bu bölgenin dünyanın geleceğini belirleyecek kilit bir rol oynayacağını belirtmesi kimseyi şaşırtmamalı. Avustralya parlamentosunda konuşan Obama, bölgede artan Çin etkisine gönderme yaparak, "Biz ABD olarak bir Pasifik gücüyüz ve burada kalıcıyız" demesi de aynı bağlamda değerlendirilmeli. Keza, bu ülkede bulunan ABD silahlı birliklerinin sayısının sembolik olarak artırılması da, Çin'in bölgede artan etki alanına karşı bir hamle.
Avustralya'nın ardından Endonezya'da Asya Liderler Zirvesi'ne katılan Obama burada da Trans-Pasifik Ortaklığı çerçevesinde yeni ekonomik işbirliği arayışlarına devam etti. Her ne kadar bu girişimden Çin'i dışlama arzusuna sahip olmadığını belirtse de, Obama yönetimi açısından Pekin halen telif hakkı ve fikri mülkiyet hakkı gibi konularda uluslararası standartların çok gerisinde. Bu nedenle Amerika sadece askeri açıdan değil, ekonomi ve ticaret konularında da Çin üzerinde belirli bir baskı uygulamak istiyor denebilir. Sonuç olarak ABD'nin Çin politikası sertleşiyor. Washington İslam dünyasındaki askeri maceralarına son verip Çin, Uzakdoğu ve Asya üzerine daha ciddi düşünmek istiyor. Öte yandan ekonomisi Çin'e bu derece muhtaç ve bağlı olan Washington'un manevra alanı da pek geniş sayılmaz.