Dışardan bakıldığında Obama'nın izlediği dış politika pek başarılı gözükmeyebilir. Hatta "Bush döneminden pek bir farkı yok" diyenlere rastlamak mümkün. Ancak Amerikan halkı açısından baktığınızda durum farklı. Obama Bush döneminin hatalarını düzeltme konusunda oldukça başarılı gözüküyor. Amerikan halkı açısından en önemli iki dış politika konusu var: Irak ve Afganistan. Bu iki ülkede halen savaşmakta olan toplam 150 binden fazla Amerikan askeri var. Bilindiği üzere Obama, Irak'tan hemen, Afganistan'dan da kademeli çekilme kararı verdi. Obama böylece halkın istediği yönde karar verdi. Tahmin edeceğiniz gibi, Amerikan halkı bu savaşlardan bıkmış durumda. Artık Ortadoğu ve İslam dünyasından çekilelim , askerler eve dönsün diyorlar.
Halkın gözünde en temel sorun ekonomik kriz. İşşizlik ve büyüyen borç en önemli gündem. Bu ekonomik kriz ortamında halen devlet bütçesinin yüzde 20'sini askeri harcamalar kapsıyor. Kamuoyu bundan şikâyetçi. Askeri harcamalar azalsın diyorlar. "Dünyanın polis memuru olmak yerine, kendi evimizi düzeltelim" diyen ezici bir coğunluk var. Obama işte bu kesimi dinliyor. Yavaş yavaş şekillenmekte olan Obama'nın dış politika doktrini böyle bir realist temel üzerine kurulu.
"Paylaşımcı liderlik"
Peki nedir Obama'nın dış politika doktrini ? Libya örneğinde gördüğümüz üzere ABD artık tek başına hareket etmek yerine, müteffiklerini ön planda görmek istiyor. Dünya üzerindeki her soruna bir "Amerikan çözümü" aramak yerine biraz daha geri planda kalarak, NATO, Birleşmiş Milletler, Arap Ligi gibi uluslararası platformları devreye sokmak istiyor Obama yönetimi.
Mesela Libya konusunda NATO ön plana çıktı. Suriye konusunda bu sefer Arap Ligi ve Türkiye ön planda olsun istiyor Obama. Arka planda kalarak Amerikan emperyalizmi imajı yerine küresel sorumluluk yaratmaya çalışıyor Obama. Bu yöntemi bir doktrin olarak görmek ve bir isim bulmak gerekiyorsa "paylaşımcı liderlik" kavramı uygun gözüküyor.
Obama'nın paylaşımcı liderlik doktrini askeri yöntemden çok diplomasi üzerine kurulu. Diplomasi başarısız olduğunda ve Libya örneğinde olduğu gibi askeri müdahale gerektiğinde de Amerikan askerlerini kullanmak istemiyor Obama.
Amerikan halkındaki savaş yorgunluğunu ve Amerika'nın bütçe açığını hep hesaba katıyor. Bu doktrin sayesinde Amerika bir yandan liderlik yapmaya devam ederken, diğer yandan stratejik olarak çok daha seçici olmaya çalışıyor. Her krize bulaşmak yerine, Washington geri planda kalarak orkestra şefliği yapmak istiyor.
Türkiye'nin rolü
Obama doktrininde Türkiye, Hindistan, Brezilya gibi bölgesel güçler ve mütteffikler ayrıcalıklı bir role sahip. Aksi takdirde İsrail gibi bir ülkeyle tarihinin en kötü dönemini yaşayan Ankara'nın aynı zamanda Washington ile belki de tarihinin en pozitif dönemini yaşaması beklenemezdi. Washington, Türkiye'den hem Suriye, hem de İran konusunda liderlik göstermesini bekliyor. Özellikle Suriye konusunda, Obama ve Amerika kendisi ön planda olmak yerine "paylaşımcı liderlik" prensipleri doğrultusunda Türkiye ile tam bir uyum içinde hareket ederek, Ankara'nın bölgesel prestij ve meşruiyetinden yararlanmak istiyor.
Tabii ki bunu yaparken Türkiye'nin hassasiyetlerini de dikkate alması gerekiyor Washington'un. CHP'nin Suriye konusunda hükümeti ABD'nin taşeronu olarak göstermesi bu nedenle Washington açısından ciddi bir sorun. Ankara'da bu konuda ciddi bir rahatsızlık olduğunun farkında Obama yönetimi. O nedenle Türkiye gibi önemli mütteffikleri zor durumda bırakmamak için Birleşmiş Milletler kararlarını devreye sokan, arkasına Rusya ve Çin gibi ülkeleri de alan daha geniş tabanlı koalisyonlar oluşturmak gerekiyor. Bu durum Suriye konusunda sadece Türkiye'nin değil, Arap Ligi, Rusya ve Çin'in de diplomatik desteğini çok önemli kılıyor. Kısacası "paylaşımcı liderlik" pek kolay değil.