Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy'nın stratejik vizyon sahibi olmadığı dünyaca bilinen bir gerçekti.
Ama 6 saatlik Ankara ziyaretinin başarısızlığı ve son dönemde Ortadoğu'da yaşananlara Fransa'nın verdiği basiretsiz tepkiler bu gerçeği bir kez daha gözler önüne serdi. Aslında sorun sadece Fransa değil. AB'nin siyasi, ekonomik ve dış politika performansı genel olarak küresel platformda ciddi bir düş kırıklığı yaratıyor.
Yaşlanan, içine kapanan, ekonomik sorunlarına çözüm bulamayan, kendi ırkçı politikalarını eleştirmek yerine bütün suçu "çok kültürlülük" gibi aslında hiçbir zaman benimsenmemiş politikalarda arayan ümitsiz bir vaka adeta Avrupa. Keza Türkiye'nin AB üyeliğinin artık bütün dünyaca bilinen zorlukları Avrupa ve Fransa'nın siyasi basiretsizliğin en önemli sembolü.
Öyle bir Fransa düşünün ki Türkiye'yi AB dışında tutmak için Akdeniz Birliği gibi ne olduğu belli olmayan bir ucube yaratıyor. Adeta çocuk kandırırmış gibi Türkiye'ye bu anlamsız oluşum içinde liderlik teklif ediyor. Türkiye "hayır" deyince de bu anlı şanlı Akdeniz Birliği'nin Eşbaşkanı Hüsnü Mübarek'in temsil ettiği Mısır oluyor. Aslına bakılırsa beyhude ve anlamsız girişimle bir taşla iki kuş vurmayı planlıyordu Fransa. Akdeniz Birliği sayesinde kendi etki alanı olarak gördüğü Akdeniz havzasında kaybettiği prestiji tekrar kazanmaya çalışıyordu Sarkozy. Bir de tabii ki Mısır, Libya, Tunus, Cezayir ve Fas gibi otoriter rejimlere dört elle sarılacaktı Fransa ve Avrupa. Neden mi? Çünkü bu otoriter rejimlerin alternatifi korkulu rüya olan siyasi İslam hareketiydi. Yani Müslüman Kardeşler.
Zaten tam da bu nedenle Fransa, Cezayir'de Müslüman Kardeşler 1991'de iktidara doğru demokratik seçimleri kazanarak yürüdüklerinde askeri darbeye destek vermişti.
Sonuçta ne oldu? Asker darbe yaptı ve iç savaş çıktı.
1991-2000 arasında 150 bine yakın insan öldü Cezayir'de bu iç savaş nedeniyle. İşte size Fransa'dan tarihi bir stratejik vizyon örneği. Sonuç olarak 2008'de Fransa ve AB'nin temellerini attığı Akdeniz Birliği bir yandan bu otoriter Arap ülkelerini bağrına basacaktı, öte yandan da bölgede Müslüman nüfusa sahip tek demokratik rejim olan Türkiye'yi dışarıda bırakmak için kullanılacaktı. İslam korkusu nedeniyle demokratikleşmeden çok otokratik istikrar arayışı içindeydi Fransa ve Avrupa.
Peki ya Tunus'ta halk ayaklanınca ne yaptı Fransa? Radikal İslam korkusuyla Tunus'taki diktatörlük rejimine dört elle sarıldı.
Yakında muhtemelen işine son verilecek olan Fransa Dışişleri Bakanı Michelle Alliot-Marie Tunus Başkanı Zeynel Abidin Bin Ali'ye polis desteği verme teklifinde bile bulundu.
İşte size insan hakları ve Fransız devriminin eşitlik, kardeşlik, özgürlük sloganından geriye kalan Sarkozy Fransa'sından bir başarı örneği daha.
Ancak belirttiğim üzere sorun sadece Fransa değil. Bütün Avrupa aynı basiretsizlik içinde. 2003'te Kaddafi biraz göz kırpınca, Libya ile ilişkileri petrol uğruna düzeltmek için can atan İngiltere, İtalya, Almanya gibi ülkeler farklı bir konumda değiller.
Türkiye'nin AB konusu nedeniyle özellikle Fransa ve Almanya'ya karşı duyduğu öfke ortada. Bu ülkeler otoriter Arap rejimlerini kucaklayıp, Türkiye'yi insan hakları sorunları nedeniyle eleştirdiklerinde ister istemez ortaya çifte standart meselesi çıkıyor. Tamam, üyelik süreci AB'ye eleştirme hakkı tanıyor.
Fakat AB'nin Türkiye ile sorunu artık insan hakları olmaktan çıktı.
Türkiye birçok açıdan Bulgaristan'dan daha demokratik bir ülke. AB'nin Türkiye ile sorunu gittikçe kültürel ve dini kimlik meselesi haline geldi. Fransa ve Almanya'nın İslam fobisi en önemli mesele. Demokrasi, laiklik, kapitalizm ve Batılı kimlik konusunda Arap dünyasına ilham kaynağı olan bir Türkiye'nin Avrupa'dan dışlanıyor olması kültürel ve ırkçı önyargılardan kaynaklanıyor.