Ortadoğu'da değişim fırtınası bütün hızıyla devam ediyor. Geri dönüşü olmayan bir yöne girdi Arap dünyası. Çoğu zaman El Cezire televizyon kanalı sayesinde gelişmeleri izleyen Arap halkları şimdi birbiri ardına sokağa dökülüyor. "Biz neden yapmayalım Mısır halkının yaptığını?" diyorlar haklı olarak. Bu hızlı gelişmeler yaşanırken bölgedeki değişim fırtınasına, Katar'dan bakmak oldukça ilginç. Çünkü fırtınanın yayılmasına büyük katkıda bulunan medya kuruluşu El Cezire'nin mekânı Katar. Şimdilik sakin ve refah içinde duruyor başkent Doha. Ama zaman ne gösterecek bilinmez. Suudi Arabistan sessiz bir gerginlik içinde gelişmeleri izlerken, İran, Yemen, Bahreyn, Libya, Cezayir, Ürdün sallanıyor.
Bu arada bütün heyecana rağmen, değişim fırtınası büyük riskleri de beraberinde getiriyor. Libya ve Bahreyn'de ölü sayısı yüksek. Umarız bu halk hareketleri kanla bastırılmaz. Aksi takdirde bütün bölge kan gölüne dönebilir.
Gelişmeleri ciddi bir çaresizlik içinde izleyen ABD için durum çok zor. Bahreyn, tıpkı Mısır gibi stratejik açıdan çok önemli Amerika için. Zira Bahreyn Amerika'nın Körfez'deki en önemli deniz gücü olan 5. Filo'ya ev sahipliği yapıyor. ABD'yi zorlayan başka bir unsur da Bahreyn'deki nüfusun büyük çoğunluğunun Şii oluşu. Oysa ülkeyi yöneten hanedan Sünni. Şii halk haklı olarak kendini Sünni yönetim tarafından ezilmiş hissediyor.
Sistemik bir ayrımcılık var Bahreyn'de. Durum böyle olunca Washington işi daha da zorlaşıyor. Demokratik tavır Bahreyn'deki hanedanı kınamayı gerektiriyor. Peki ya Bahreyn kendisini kınayan ABD'ye "o zaman çek git" derse ne olacak? ABD'nin çekildiği Bahreyn İran yörüngesine girerse ne olacak? Katar ve Suudi Arabistan Körfezde güçlenen İran'a karşı ne yapacak?
İşte bütün bu zor sorulara cevap arayan Washington net bir pozisyon almakta zorlanıyor. Halkın üzerine silahla giden Bahreyn'e karşı fazla eleştirel olamayan Amerika, Libya ve İran'da halka karşı şiddet kullanıldığı zaman sert tavır alınca tabii ki çifte standart uygulamakla suçlanıyor. Gelişmeler bu derece ABD'nin kontrolü dışındayken, bölgedeki değişim fırtınasında Amerikan parmağı arayanlara şaşmamak mümkün değil. Mesela, geçenlerde, NTV gibi nispeten daha kaliteli yayınlar yapan bir kanalda izlediğim bir yorumcu "Demek ki Amerika İran'ı karıştırmak uğruna Mübarek'i feda etmeyi göze aldı" gibi abes bir analiz yaptı. Allah akıl fikir versin demekten başka çare yok böyle yorumlar yapanlara.
Peki ya Türkiye nasıl hareket ediyor? Mısır konusunda cesur ve demokrasiden yana tutarlı bir pozisyon aldı AK Parti hükümeti. Ama bakalım bu tavır Libya, İran, Bahreyn söz konusu olunca devam edecek mi? Özellikle İran ciddi bir sınav Türkiye için.
Hatırlarsanız, İran'da hile karışan 2009 seçimlerinden sonra Tahran'da ayaklanan yüz binlere karşı Ahmedinecad yönetimi acımasız bir şiddet kullandı. Yüzlerce kişi öldü veya yaralandı. Binlerce kişi hapishanelerde işkence gördü. Türkiye o zaman hiç sesini çıkarmadı. Hatta Ahmedinecad'ı seçimi kazandığı için ilk tebrik eden ülkelerden biri Türkiye oldu.
Neyse ki Türkiye bu hatasını biraz olsun telafi etti. Geçtiğimiz hafta Tahran'da gene yüz binler sokağa döküldüğünde, tesadüfen İran'a resmi bir ziyaret yapmakta olan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül "halkın taleplerine cevap veremeyen rejimlerin zorlanacak olmasından" söz etme cesaretini gösterdi. Tabii İran bundan hoşlanmadı.
Tıpkı Mısır konusunda yaptığı gibi, Türkiye bu sefer de üstü kapalı şekilde İran'ın iç işlerine karışıyordu. İşin en ironik yanı, aynı hafta içinde bu sefer Ankara, yeni atanan ABD Büyükelçisi'ne "iç işlerimize karışma" mesajı verdi. Şurası kesin: Ortadoğu'daki demokrasi dalgası bu klasik "içişlerimize karışmayın" söyleminde ezber bozmayı gerektiriyor. Hükümet kendini başka bir söylem kullanarak savunmayı öğrenmeli.