Türkiye'nin en iyi haber sitesi
ERDAL ŞAFAK

Mutluluk (3)

TATİL NOTLARI

Mutluluk, yani "Eudaimonia" üstüne çeşitlemeleri konu alan "Tatil Notları"nın son bölümüne geldik.
Ege'deki bir sahil kasabasının ayrıntılarıyla anlattığım özel sitesinde, havuz başında -biraz da zorlabin yıllar öncesine felsefi gezinti yaptırdığım genç, bir Fransız'dı.
Özellikle küreselleşme çağında her gün onlarca örneğini gördüğümüz, duyduğumuz karma aşk öykülerinden birinin dolaylı kahramanlarından.
Bir Fransız delikanlı çokuluslu bir şirketin Türkiye'deki biriminde çalışıyor. İşyerinde bir Türk kızına vuruluyor. Eh, kızımız da Fransa'da doğup Türkiye'de büyüyünce, anlaşmaları, dolayısıyla da aşklarının dallanıp budaklanması daha bir kolay oluyor.
Uzatmayayım; hayatlarını birleştirme ve bir yastıkta kocama aktini Türkiye'de imzalamaya karar veriyorlar.
Delikanlı, ailesini ("Klan" demek daha doğru olacak) düğüne getirtmek için Fransa ile Türkiye arasında hava köprüsü kuruyor. Geliyorlar.
Yazının burasında "Di"li geçmiş zamana geçmek zorundayım.
Delikanlı Ege kasabasının âşığı. Aile üyelerine, hazır gelmişlerken tatil yaptırmak istedi. Tüm birikimini tüketme pahasına. Bu amaçla da siteden dört villayı bir aylığına kiraladı.
Ve o hava köprüsüyle milli damadımızın ailesi bizim Ege kasabasına, oradan da sitemize akın etti. Konukları 30'a kadar sayabildim, hesabı karıştırınca vazgeçtim. (Damat bir sohbetimizde, "Bu gördükleriniz sülalemin yüzde 40'ı kadar. Hepsini getirtmeye gücüm yetmedi" diye dert yandı biraz utangaç, biraz üzgün.)
Bir-iki günde kaynaştık. Her gün aynı havuzu paylaşınca, akşamları evler arası yemek değiş-tokuşu olunca; aksi mümkün mü? İnsanın içini aydınlatan Ege yıldızları altındaki masa sohbetleri, daha sonra insanın ruhunu temizleyen Ege güneşi altındaki havuz başı muhabbetlerine taşındı.
"Bröton" kökenlilermiş. 3'üncü yıldan itibaren İngiltere'den yola çıkıp Fransa'nın batı kıyılarına yerleşen "Celt" (Biz "Kelt" diyoruz) kavimlerinden. Bugün Manş Denizi ile Gascogne Körfezi arasındaki bölgede yaşıyorlar.
Baktım, "Marianne" ve "Bakchich Hebdo" okuyorlar... Hımmm, anlaşılan bunlar "Contestataire", yani Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy'nin öfkeli ve de asi muhaliflerinden. Anlaşmak zor olmadı.
Fransa nasıl gidiyor? (Benim sorum. Biraz damarlarına basmak için.)
Berbatın berbatı. (Hepsinin koro halinde verdikleri cevap.)
Yok canım, o kadar da abartmayın, baksanıza ekonomik krizi çabuk atlattınız. (Yüzümde ciddi ifadeyle.)
Ne atlatması? Gençler işsizlikten kırılıyor. Bizler de (Not: Orta yaş ve biraz üstü baba, amcalar, dayılar parmaklarıyla birbirlerini göstererek) erken emeklilikle iş hayatından çıkarıldık.
Ama her şeye rağmen Sarkozy, Fransa'yı AB'nin lokomotifi yaptı.
Onun AB'si de batsın, liderliği de, xj!wym?thqwx... (Küfürleri de aktaramam ya!)
Cuma gecesi düğün yapıldı. Hepsi "Grande toilette". Gece yarısından epey sonra döndüler. Sabahın köründe yola çıkacaklar. Bir çırpıda mayolarını giyip havuza balıklama atladılar.
Ve ilk yazıda sözünü ettiğim genç adam artık ezberlediğim inatçı nakaratını bir kez daha haykırdı: "İşte mutluluk bu. Ben burada hayatımın sonuna kadar yaşamaya razıyım!"
O, damadın kardeşiydi. "Eudaimonia'yı unuttun mu?" diye sordum. İki kulaç arasında el salladı: "Amaaan. Boş ver felsefeyi, diyalektiği..."
Ayrılık vakti geldi. Havuza, siteye, bizlere son kez baktılar.
Damadın babasının, yani "Klan"ın reisinin omuzunu okşadım: "Niye üzülüyorsunuz? Mutluluk diyarı ülkenize döndüğünüz için sevinmeniz gerekmiyor mu?"
Dalga geçiyormuşum gibi yüzüme baktı. Devam ettim: "Okumadınız mı? Bir Amerikan kamuoyu araştırmaları şirketinin 155 ülkeyi kapsayan 'Dünyanın en mutlu ülkeleri' anketine göre, Fransa bizi fersah fersah geride bırakıyor. Siz, mutlulukta dünyada 44'üncü ülkesiniz, biz ise ancak 103'üncü! (Not: İsrail, Panama, Meksika, Türkmenistan, Porto Riko, Jamaika, El Salvador, Honduras, Belarus, Malavi, Botsvana, Lübnan, Somali, Nijerya, Özbekistan, Kamerun, Myanmar, Cezayir bizim önümüzde; iyi mi!)
Babanın cevabını yine tam olarak aktaramayacağım. Köşemin terbiyesi elvermediği için. Sadece "Halt etmişler. O anketi yapanın da, yaptıranın da, inananın da..." diye başladığını belirtmekle yetineyim.
Konukları uğurladık. Sitenin tam karşısındaki bakkala seğirttim. Orada ben bildim bileli sabahın köründe gelip, gecenin ileri saatlerine kadar bir ağacın altındaki iskemlesinden, yarı açık yarı kapalı gözleriyle gelip geçeni seyreden "Mustafa Amca" var. Yaşı belirsiz. Ya da tarihsiz. Tek başına yaşıyor. 650 lira emekli maaşı ona yetiyor da, artıyor bile.
Sordum: "Senin için mutluluk ne Mustafa Amca?" Hiç düşünmedi: "Burada olmak. Bu ağacın altında kışın yağmuru, yazın lodosu, poyrazı dinlemek."
Yanıt veremedim. Çünkü "Mutluluğun sırrı"na ulaşmıştı. "Gölge etme başka ihsan istemem" diyen Diyojen gibi... İki yanağına öpücük kondurup ayrıldım.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA