Türkiye'nin en iyi haber sitesi
ERDAL ŞAFAK

Tatil notları

TATİL NOTLARI

Sitenin biraz güç kullanmayı gerektiren demir kapısına yüklenip bir insanın geçebileceği kadar aralar aralamaz, gömleğinin düğmelerini çözmeye başladı. Havuza varıncaya kadar sadece gömleğini değil, pantolonunu da fora etmişti.
Kendini coşkuyla, biraz da hışımla masmavi sulara bıraktı. (Not: Taban ve kenar mozayikleri sayesinde tüm yüzme havuzlarının masmavi olmamak dışında seçenekleri var mı? Bir not daha: "Hiç kimse aynı suda iki defa yıkanamaz" önermesiyle diyalektik materyalizmin ilk düşünürü olan hemşehrimiz Efesli Heraklit, yüzme havuzlarında insanların onlarca, yüzlerce kez, ya da en azından bir yaz boyunca aynı - klorlu- suda yüzdüklerini görse, tepkisi ne olurdu acaba? "Mutluluk" üstüne çeşitlemelerde sanırım, bu konuya yine el atacağım.)
Bir uçtan öbürüne kulaçladı havuzu; hırsından zerrece yitirmeden atladığı kıyıya ulaştı.
Sonra "Heey!" diye ünledi. Bir kız koştu geldi; elinde buzdolabından yeni çıktığı için kenarlarından soğuk mu soğuk zerreciklerin kurak bir yazda hayatta kalmaya çalışan bir derenin cılızlığıyla aktığı bira kutusuyla.
Kapanmasına dakikalar kalmış bir pub'taki müşterinin telaşıyla kapağı açtı, kutuyu başına dikti; hiç abartısız yarısını nefes bile almadan yuttu.
Ve ağzından, hayır genizinden derin, mutlu, keyifli bir "Oohhh" çıktı. Bana dönerek devam etti: "Mutluluk bu olsa gerek. Hayatımın sonuna kadar burada yaşamaya seve seve razıyım."
"Burada" dediği yeri birkaç cümleyle anlatmaya çalışayım:
Ege'deki sahil kasabalarından birini düşünün. Ve o kasabada hafif engebeli bir arazide, ya da küçücük bir tepede inşa edilmiş, bembeyaz kireç sıvalı bir grup evden oluşan bir siteyi.
Duvarlarla çevrili sitenin yazının başında sözünü ettiğim demir kapısından içeri girdiğinizde şöyle bir manzarayla, hayır tabloyla karşılaşıyorsunuz:
Ortada -söylemesi ayıp olmazsa- yunus biçiminde mütevazı ama sitenin tüm üyelerini ve de konuklarını sinesinde barındıracak kapasitede bir havuz. İki tarafında 6'şardan 12 villa. Havuz ile evler arasında oldukça bakımlı çim örtü. Sitenin köşelerinde çamlar, sedirler, salkım söğütler, dev kaktüsler... Evlerin küçük ama şirin mi şirin bahçelerinde mandalin, turunç ağaçları... Artan alanlarda güller, lavantalar, ortancalar, karanfiller, hanımelleri, aslan ağızları, boru çiçekleri, fesleğenler, her renkten begonviller, kedi tırnakları... Saksılardan sarkan yerli-yabancı, bildik-bilmedik çiçekler... Bahçeleri ayıran koyu mu koyu yeşil taflan setleri...
"Öbür" canlılardan söz etmezsem haksızlık olur: Her evin çatısındaki kiremit boşluklarında kuş yuvaları. O yuvalardan sabahın köründe fırlayan, bir bölümü susuzluğunu gidermek için havuza pike yaparken, diğerleri "Bakalım bize ne kahvaltı hazırlandı" merakı, açlığı ve iştahıyla evlerin önündeki yiyecek dolu kaplarda sıraya giren serçeler, sığırcıklar, kumrular, güvercinler, saksağanlar... Geceleri sırayla her evin çatısını ziyaret eden baykuş. (Yoksa siz de mi, batıl itikatların tutsağısınız?) Ev başına en az iki tane kirpi... Sonrasına efendiciğim; geçen yıl hayata veda eden dip komşumuzun emaneti kediler ile geçen kış doğurduğu yavruları... Ve de her evin gerçek efendisi edasıyla sahiplerinin tatilini burunlarından getiren köpekler... Ah unutmadan; sitenin önünde, daha doğrusu aşağısında, eteklerinin az ötesinde -gerçek anlamıyla- masmavi Ege Denizi... Bir akşam denizden, öbür akşam karadan esen serinletici rüzgârlar... Karadan estiğinde bile denizden geliyor; çünkü kasaba bir burunda kurulu, yani üç tarafı deniz. Dördüncü tarafı da denize bir taş atımı mesafede.
Elbette ne Babil'in Asma Bahçeleri'nin zerresi, ne de Hasan Sabbah'ın Alamut Kalesi'ndeki "Yalancı cennet"in esamisi olabilir; ama yine de kendi çapında bir huzur ortamı sağlıyor bir Ege kasabasındaki sözünü ettiğim site.
İşte çöldeki vaha mertebesine yükselttiği o sitede can havliyle kendini havuza atan genç adam, buz gibi birasını yudumlarken, "Mutluluk bu olsa gerek. Hayatımın sonuna kadar burada yaşamaya seve seve razıyım" diye seslendi, daha doğrusu selam verdi bana.
Güldüm; "Delikanlı" dedim, "Mutluluk kavramının, 'Eudaimonia'nın doğduğu coğrafyada olduğunu unutuyorsun galiba?"
Yutkundu. "O da ne demek" dedi, usul kulaçlarla havuzun bana yakın tarafına gelirken.
"Anlaşıldı" dedim, "Seninle çağlar ötesine bir felsefi yolculuk yapmak şart oldu."
Ve anlatmaya başladım. Mümkün olduğunca "Sofi'nin Dünyası"ndaki yalınlığı ve basitliği tutturmaya özen göstererek. Devamı yarın.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA