Başbakanlığın ve Dışişleri'nin hızına yetişmek kolay değil. Şu son bir aylık girişimlerinin dökümünü yaparken bile nefes nefese kaldık.
Somali zirvesi... Bosna Hersek-Sırbistan zirvesi... Güneydoğu Avrupa ülkeleri zirvesi... Kuzey Irak'la işbirliği toplantısı... Irak'la danışma toplantısı...
Afganistan-Pakistan-Türkiye zirvesi... Akdeniz parlamenterler konferansı... Asya güvenlik zirvesi...
Bugün de Türk-Arap forumu yapılıyor.
Arada Erdoğan'ın Yunanistan, İran, Azerbaycan, Gürcistan, Brezilya ve Şili ziyaretleri var.
Arada, Mavi Marmara baskınından sonra NATO Konseyi'ni, BM Güvenlik Konseyi'ni, BM İnsan Hakları Komisyonu'nu, Arap Ligi'ni, İslam Konferansı Örgütü'nü peş peşe veya eşzamanlı olarak toplatmak var.
Arada Davutoğlu'nun sayılamayacak turları var. Sadece bir anekdot aktaralım.
Davutoğlu, Başbakan Erdoğan'a Latin Amerika gezisinde eşlik ederken, Türkiye ve Brezilya'nın ortak çabalarıyla İran'ın kabul ettiği "Nükleer Takas Anlaşması"nın ABD'de tetiklediği gelişmeleri yerinde değerlendirmek için kurmaylarıyla birlikte Washington'a geçmeye karar verdi. Washington yolunda, BM Güvenlik Konseyi'nin İran'a yeni yaptırımları görüşmek için olağanüstü toplanacağını haber alınca rotasını New York'a çevirdi.
Birleşmiş Milletler'in cam gökdelenine vardıklarında tüm heyetin saçı sakalına karışmıştı. Davutoğlu'nun boynundaki kravatın rengi de toplantının havasına pek uygun değildi. BM binasının tam karşısındaki Türkiye'nin New York Başkonsolosluğu'ndan bir kravat getirtildi. Ama heyet üyeleri traş olmaya vakit bulamadılar ve en az iki günlük sakallarıyla toplantıya girdiler. BM'de görevli bir meslektaşımız bize anekdotu anlatırken, "Güvenlik Konseyi üyeleri bir an acaba İranlılar mı geldi diye şaşkınlığa düştüler" dedi gülerek...
Bu dinamizmi, bu çok boyutlu politikayı, bu küresel aktörlüğü, biz nefes nefese izliyoruz, Batı başkentleri ise nefeslerini tutarak.
İki soluk arasında da kuşkularını, tedirginliklerini mırıldanıyorlar. İleri-geri yorumlar eşliğinde. Neymiş; "Türkiye, Batı'dan, özellikle de AB'den umudu kesmiş, başını Doğu'ya çeviriyormuş..."
Bu çok boyutlu dış politikanın bu hükümet döneminde başlamadığını, ilk taşlarını rahmetli İsmail Cem'in döşediğini biliyorlar ama işlerine gelmediği için es geçiyorlar.
Yine bu çok boyutlu politikayla örülen ilmiklerin tek değilse bile başlıca amacının Doğu ile Batı'yı, Avrupa ile Ortadoğu'yu Türkiye üzerinden birleştirmek olduğunu da görüyorlar ama kabullenemiyorlar.
Türkiye'nin Ortadoğu'da ekonomik entegrasyonu barış motoru yapma çabalarına da menfaatlerine ters düştüğü için kaş kaldırıyorlar. Oysa bu fikir de yeni değil. 1993'te Oslo Anlaşması'nın imzalanmasından hemen sonra ortaya atıldı. Kim önermişti dersiniz? İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Perez!
Türkiye bir ölü projeye yeniden hayat vermeye çalışıyor; fena mı?