Gerek devletin resmi diline itirazlarda, gerekse anadilde eğitim taleplerinde hep Avrupa Birliği emsal gösteriliyor. Ve Kopenhag Kriterleri'ne uyum için AB sürecinde bu düzenlemelerin zorunlu olduğu savunuluyor.
Gerçekten de Kopenhag Kriterleri'nde değil ama "Avrupa Birliği Temel Haklar Şartı" nda "Dil" ile ilgili iki madde yer alıyor:
1- "Cinsiyet, ırk, renk, etnik veya sosyal köken, genetik özellikler, dil, din veya inanç, siyasi veya diğer her türlü düşünce, bir ulusal azınlığa mensubiyet, servet, doğum, sakatlık, yaş veya cinsel eğilime dayalı her türlü ayırımcılık yasaktır." (Madde 21/1)
2- "Birlik, kültür, din ve dil çeşitliliğine saygı gösterir." (Madde 22)
Peki, AB'nin "Dil ayrımcılığını yasaklama" ve "Dil çeşitliliğine saygı gösterme" taahhüdüne AB'nin tüm üyelerinde uyuluyor mu? Yanıtı taze bir örnekle verelim:
Slovakya'da iki ay önce bir yasa yürürlüğe girdi. Adı: "Dil Kanunu".
Yasa Slovakya'da kamusal alanda sadece Slovakça konuşulmasını, Slovakça yazılıp-çizilmesini öngörüyor. Bir başka deyişle, Slovakça dışındaki dillere kamusal alanı yasaklıyor.
Kamusal alan deyince, akıllara elbette devletin hizmet verdiği alanlar geliyor. Parlamento, bakanlıklar, okullar, kışlalar, devlet hastaneleri, resmi kurumlar gibi.
Ve yine doğal olarak bu saydığımız kamu kurum, kuruluş ve tesislerinde hizmetin yalnızca Slovakça verileceği sonucuna varılıyor.
Yanlış. Slovakya'da "Kamusal alan"ın tanımı da epey genişletildi. Örneğin kamu-özel ayırımı yapılmadan tüm eğitim ve sağlık kurumları da kamusal alanın içinde.
Bitmedi, sadece Slovakya konuşulup yazılması "Hizmet veren"le sınırlı tutulmadı, "Hizmet alan"ın da derdini veya meramını Slovakça dışındaki bir dille ifade etmesi yasaklandı.
"Dil Kanunu"nun tek hedef kitlesi var: Slovakya'nın toplam 5.5 milyon olan nüfusunun yüzde 10'unu oluşturan Macar azınlık.
AB'nin tepkisi ne oldu?
Yasanın yürürlüğe girmesinden sonra şöyle bir tablo ortaya çıktı: Macar kökenli bir doktor ile Macar kökenli hastası, ister özel klinikte olsun, ister devlet hastanesinde, muayene veya tedavi sırasında kesinlikle Slovakça konuşmak zorundalar. Bir toplantıda, konferansta veya herhangi bir etkinlikte, katılımcıların tümü Macar kökenli bile olsa, konuşmacı sadece Slovakça hitap edebilir.
Macaristan sınır ötesindeki soydaşlarına getirilen bu dil kısıtlamasının, daha doğrusu yasağının, Romanya'da Nicolay Çavuşescu, Bulgaristan'da Todor Jivkov dönemlerinde denenen "Kültürel soykırım"dan farksız olduğunu söyleyerek kıyamet koparıyor. AB kurumlarına ve yetkililerine "Slovakya'ya müdahale edin" çağrıları yapıyor. Ama nafile...
Yasanın uygulamaya konulmasının üstünden iki ay geçmesine rağmen Brüksel'de kimse kılını kıpırdatmadı. Geçen iki ayda hiçbir AB kurumu bu "Acımasız ayırımcılık" nedeniyle Slovakya'ya yaptırım uygulamaya kalkmadı.
Bu örneği anlatmamızın altında bir şeyler aramaya kalkmayın. Anadil tartışmalarında tarafların hiçbirine mesaj verme gibi bir niyetimiz yok.
Sadece AB üyelerinin hepsini bağlayan "Avrupa Birliği Temel Haklar Şartı"nın hükümlerine rağmen, Avrupa'nın göbeğinde bir ülkenin başına buyruk davranabildiğini, davranabileceğini anlatmak istedik.
Ve bir de dil sorunlarının çözüm adresinin AB olmadığını göstermeyi amaçladık.
Bu sorunu çözeceksek biz çözeceğiz. AB'ye sığınmadan, AB'den medet ummadan.
Biz çözeceğiz ve Türkiye koşullarına, Türkiye gerçeklerine uygun olarak özgün bir formülle çözeceğiz.
Demek istediğimiz sadece bu.