Başbakan Erdoğan'la geçen Eylül'de yaptığımız ziyaretten yaklaşık 8 ay sonra yeniden Şam'dayız. Bu kez Cumhurbaşkanı Gül'le.
O ziyaretimiz günübirlikti. Şimdi Suriye'nin buram buram tarih kokan başkentinde 2 gece 3 gündüz geçireceğiz.
İlginç olan şu: Gül'ün gezisi yurtdışında, özellikle Avrupa ve Arap başkentlerinde Türkiye'den daha çok yankılanıyor.
Nedenleri malum. İlki, Batı medyasının "Türkiye, Osmanlı coğrafyasına dönüyor" veya "Türkiye atalarının ayak izlerini keşfetti" gibi hem nostalji kokan ama hem de coğrafyamızda yanlış algılamalara yol açabilecek yorumları veya değerlendirmeleri.
İkincisi ise yeni Dışişleri Bakanı Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu'nun geliştirdiği vizyonun ister sınırlarının deyin, ister boyutlarının ne denli "Stratejik derinliğe" sahip olduğunun yeni yeni anlaşılması. Ve de Ankara'nın bu vizyon temelinde inşa ettiği "Osmanlı barışı" anlayışına dayalı politikaların anlamının da, amacının da ancak kavranabilmesi.
Bu politikalar, ne Osmanlı'nın, ne de Neo-Osmanlı'nın emperyal anlayışını yansıtıyor.
Bu politikalar, ne bölgenin yeniden biçimlendirilmesini, ne de sınırların -en masum deyimle- tekrar çizilmesini öngörüyor. Bu politikalar, ne ortak değerler çevresinde kenetlenmeyi veya dayanışmayı, ne de o değerlere dayalı bir ittifakı amaçlıyor.
Türkiye'nin bu politikalarında tek hedef, tek hesap, tek kaygı var: Kafkaslar'dan Ortadoğu'ya, Mezopotamya'dan Nil Vadisi'ne, Karadeniz'den Hint Okyanusu'na kadar insanlığın beşiği olan bu bölgeyi barış, huzur ve refah havzasına dönüştürmek.
İç içe geçmiş olan süreçler
O nedenle bir tersanede birçok geminin birden tezgâha konulması misali, birbirini tetikleyen, birbiriyle etkileşim içinde olan birçok süreci bir arada götürmeye uğraşıyor.
Davutoğlu bu süreçlerin birkaçını ya da belli başlılarını dört gün önce New York'ta, Ortadoğu sorunundaki gelişmeleri tartışmak için toplanan BM Güvenlik Konseyi toplantısında sıraladı:
1- Filistin-Lübnan. 2- Suriye-İsrail. 3- Filistin- İsrail. 4- Filistin-Filistin. (Not: El Fetih- Hamas) 5- Irak.
Ankara'nın işinin ne denli zor ve zorlu olduğunu gösterebilmek için biz de birkaç süreç ekleyelim:
1- Lübnan-Lübnan (Not: Saad Hariri ve müttefikleriyle Hizbullah arasındaki diyalog. Ayrıca Maruni General Aun ile diğer Hıristiyan gruplar ve Hariri cephesi arasındaki sorunları çözme.) 2- Suudi Arabistan-Ürdün- Mısır üçlüsünün başı çektiği blokla İsrail arasındaki süreç. 3- Ortadoğu için toplanması planlanan barış konferansı süreci. (Not: Türkiye o toplantıya Hamas'ın, Rusya ise Hamas'ın yanı sıra Hizbullah'ın da katılmasını istiyor ya da öneriyor.) 4- İran ile Arap ülkeleri arasındaki giderek tehlikeli sulara sürüklenen gerilim. 5- İsrail işgali altındaki topraklardaki yasadışı yerleşim merkezleri inşası ve Doğu Kudüs'ün yapısını değiştirmeye yönelik imar ve arkeoloji çalışmaları sorunu.
Bir önemli hatırlatma daha: Bölgede topyekûn yıkımla sonuçlanabilecek bir değil iki çatışma tehdidi birden hızla yaklaşıyor. İlki Ürdün Kralı Abdullah'ın belirttiği gibi, Arap ülkeleriyle İsrail arasındaki yeni bir hesaplaşma. Diğeri ise İran ile İsrail veya ABD-İsrail arasındaki nükleer savaş.
Ve bir tespit ya da gerçek: Türkiye hepsi de kördüğüm olmuş birden çok ucu bulunan bu yumağı İran ve Suriye'nin desteği ya da isteği olmadan çözemez. Tabii sorunların odağındaki İsrail'in de.
Gül'ün Şam gezisi yumağın uçlarından birinin bulunup tutulmasına -umarız- ciddi katkıda bulunacak. Daha sonra Erdoğan'ın Tahran ziyareti -yine umarız- bir diğer ucu - bir kez daha umarız- yakalama imkânı sağlayacak. Ve nihayet Gül'ün yaz sonundan önce gerçekleştirmesi beklenen İsrail gezisi de - yine umarız- üçüncü uca götürecek.
Şam iki bölgeden oluşuyor: Eski ve yeni şehir. Eski Şam, tıpkı New York gibi, Romalılar'ın şehircilik anlayışını yansıtıyor: Dikine bulvarlar, onlarla kesişen enine caddeler. Ve o bulvarlar ile caddelerin buluştukları noktalardaki meydanlar.
Keşke Ortadoğu'da barışa da Şam'daki bulvarların ve caddelerin kesiştikleri meydanlar kadar kolay ve yolu kaybetmeden ulaşılabilseydi.