KKTC'deki erken genel seçimin sonuçlarıyla ilgili en "Hınzır" değerlendirme, yaratıcılığını ve cesaretini her zaman takdir ettiğimiz adalı meslektaşımız Şener Levent'in yönettiği Afrika Gazetesi'nden geldi:
"Aslında dün Ortodokslar'ın günüydü. Hazreti İsa'nın dirildiği gün. İsa dirilmedi ama UBP (Ulusal Birlik Partisi) dirildi. Onu tanrı değil, CTP (Cumhuriyetçi Türk Partisi) diriltti!"
Peki, 2004'teki Annan Planı referandumunda esen "Yes be annem" rüzgârıyla lideri Mehmet Ali Talat'ı cumhurbaşkanlığına, kendisini de iktidara taşıyan CTP, "Statükocu" dediği lider kadrosu yıpranmış rakibini nasıl dört yıl sonra yeniden "Umut" haline getirmeyi başardı? Yanıtını Kıbrıslı meslektaşlarımızın seçim tahlillerinde arayalım:
* "CTP ekonomik krizi anlayamadı, müdahalede geç kaldı. Kadro sorunu var. Krizde kabine değişikliğini bile yapamadı. Ayrıca özel sektöre yakın olmayan ve serbest piyasayı anlayamamış bazı bakanlar da bu sonucun çıkmasına yardım ettiler."
* "Bazı bakanlar hem başarısız, hem de toplum nazarında antipatik oldu. Yaptıkları yanlışlar manşetlerden inmedi ama onlar yaptıkları yanlışları savunacak, 'Yaparım size ne' diyecek kadar ileri gittiler. CTP ayrıca iktidara gelirken UBP hükümetlerinin yapamadıklarını yapacağı sözü vermişti. Kamu reformu yapacaktı, yolsuzlukların hesabını soracaktı ama olmadı, düzeni değiştiremedi, düzenin uygulayıcısı oldu."
* "Bu seçimlerde de müdahalenin daniskası yapıldı. Halkımıza özgür iradesiyle hareket etme hakkı yine tanınmadı. Yıllar önce Ergenekon tarafından yönlendirildiği öne sürülen kitleler, bu kez de kendilerini Ergenekon karşıtı olarak sunanlar tarafından yönlendirildiler. Araç değişmiyor, aracı kullananlar değişiyor."
* "Seçimin sonucunu öncelikle CTP'nin kendi kalesine attığı goller belirledi. Halkın CTP'ye öfkesi UBP'nin yolunu açtı."
Tüm bu yorumlar, CTP'nin aylar öncesinden "Geliyorum" diyen yenilgisinde iktidar icraatlarının bir numaralı neden veya etken olduğu konusunda geniş bir uzlaşma bulunduğunu ortaya koyuyor.
AB'nin sorumluluğu
Evet, bir numaralı ama tek neden değil. En az onun kadar önemli bir faktör daha var: AB'nin yol açtığı düşkırıklığı.
Hatırlayacaksınız; 2004 referandumunda adanın birleşmesi Rumlar'ın "Hayır" oylarıyla suya düşünce, AB Komisyonu KKTC'ye hem tecridin kaldırılacağı, hem de ekonomik yardım yapılacağı sözünü vermişti. Rumlar'ın ve onların arkasına gizlenen AB'nin malum üyelerinin çelmeleriyle sözler önce unutuldu, sonra da rafa kaldırıldı.
AB'nin bu bencil, kötü niyetli, içten pazarlıklı tutumu Kıbrıs Türkleri'ni Avrupa'dan soğuttu. Ondan da öte karamsarlık uçurumuna itti.
Sorun şu: Bu "Sandık darbesi", Kıbrıs sorununun çözümü için "Son şans" görüşmelerinin neredeyse yarılandığı bir sırada meydana geldi. Her ne kadar UBP lideri Derviş Eroğlu "Müzakerelere devam edileceği" güvencesi verse de iktidar değişikliğinin görüşmelerin seyrini etkilemesi kaçınılmaz.
Çünkü UBP bir şekilde müzakerelerde söz sahibi olmak istiyor, Talat ise kendisini "Tek yetkili" kabul ediyor.
Ayrıca müzakereler "İki toplumlu, iki kesimli federasyon" formülü temelinde yürütülüyor, oysa UBP ve lideri Eroğlu, "İki ayrı egemenliğe dayalı" modeli savunuyor.
Bir an bu pürüzlerin aşıldığını, müzakerelerin olumlu sonuçlandığını ve adanın birleşmesini öngören anlaşmanın önümüzdeki sonbaharda ya da yıl sonuna doğru referanduma sunulduğunu varsayalım. Siyasal tercihleri ve AB'ye bakışı değişen toplum acaba bu anlaşmaya onay verir mi? Bizce kuşkulu. En azından 2004 referandumundaki kadar garanti değil.
Ankara'nın onca sorununa bir de Kıbrıs ekleniyor. Daha doğrusu yeniden ekleniyor.