"Çok ama çok kötü bir haber bu..." Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, İran'ın uzaya uydu göndermesini Münih Güvenlik Konferansı'nda böyle yorumladı.
Öyle ya; İran madem uzaya uydu gönderebiliyor, o halde uydunun yörüngeye yerleşmesini sağlayacak güçte ve menzilde füzelere de sahip olmalı. Bu ise Avrupa'nın güvenliği için yeni bir tehdit anlamına geliyor.
Hemen sonra ABD'nin yeni küresel vizyonunu anlatmak için kürsüye gelen Başkan Yardımcısı Joe Biden da üstüne basa basa Obama yönetiminin, İran'a karşı "Kazankazan" anlayışı çerçevesinde sayacı sıfıra getirmeye hazır olduklarını bildirdi: "Yönetimimiz İran'a karşı tutumumuzu gözden geçiriyor. Ama şurası açık; görüşmeye ve ona açık bir tercih sunmaya hazırız: Bugünkü yaklaşımlarınızı sürdürürseniz, baskılar, yaptırımlar ve tecrit devam edecek. Gayrimeşru nükleer politikalarınızdan ve terörizmi desteklemekten vazgeçerseniz, önemli kazanımlarınız olacak."
Batı'nın Tahran'a "Kuşkularını saklı tutmak kaydıyla" yeni bir fırsat penceresini açmaya hazırlandığı bugünlerde önemli bir kitap yayınlandı: "İran'ın Önlenemez Yükselişi". Yazarı: CIA'in eski Ortadoğu bölümü şefi Robert Baer. (Not: "Le Figaro" gazetesi, kitabın İngilizce kaleme alınmasına rağmen önce Fransızca çevirisinin çıktığını, ABD'de hâlâ okuyucuyla buluşamadığını belirtiyor.)
Beyaz Saray yönetimlerinin 1979'dan bu yana geliştirdikleri tezlerin hem yanlış, hem de gerçek dışı olduğunu savunan Baer, "İran, teokratik bir terörist devlet değil, Körfez boyunca yerleştirdiği füzelerle Ortadoğu'nun petrol ihracatını birkaç dakikada durdurabilecek istikrarlı bir askeri güçtür" tespitini yapıyor ve ABD'nin önünde iki seçenek bulunduğunu belirtiyor:
Ya bir kez daha 30 yıl sürecek mücadeleyi göze alacak.
Ya da gerçek bir muhatap kabul edip, bir arada yaşamak için uzlaşmaya varacak.
CIA'in Ortadoğu uzmanına göre, ABD "Realpolitik" adına ikinci seçeneğe yönelmeli ve İran'ın dünya sahnesinde hak ettiği yeri alması için bir dizi adım atmalı: Hürmüz Boğazı'nda ABDİran ortak devriye gücü oluşturulması, WashingtonTahran arasında kırmızı telefon hattı kurulması, ambargonun kaldırılması, Irak'ın güvenliğine İran'ın katkısının istenmesi gibi...
Baer'in bu analizi ve önerileri, İran'ın nükleer silaha sahip bir güce dönüşmesinin başta ABD olmak üzere Batı tarafından kabullenilmesi anlamına geliyor.
Nükleer İran ve sonrası
Bize göre de ergeç olacağı bu. Çünkü İran'ın atom bombasına sahip olmasını önlemek için ABD bu ülkeye karşı topyekûn bir savaşı göze alamaz. Hele Irak'ta en az 1-1.5 yıl daha kalacağı, Afganistan'daki mücadeleyi tırmandıracağı bir dönemde. İsrail tüm gücünü seferber etse, süreci durduramaz. Avrupa ise sözlü uyarıların ötesinde parmağını bile kıpırdatmaz veya kıpırdatamaz. İki nedenden ötürü: 1-Vitrindeki onca konu mankenine rağmen Avrupa'nın ortak bir savunma ve dış politikası yok. 2-İran'ın nükleer programı aslında Avrupa ülkelerine ve gruplarına bu kriz döneminde ilaç gibi gelecek müthiş bir pazar fırsatı sunuyor.
Zira İran'ın nükleer silahlanmasının Batı tarafından kabullenilmesi, bölgedeki taşları yerinden oynatacak : Suriye fiilen İran'ın nükleer şemsiyesinin altına girmiş olacak. Bu da yeni ve büyük bir tehditle karşı karşıya kalan Mısır ve Suudi Arabistan başta olmak üzere Körfez ve Ortadoğu ülkelerini nükleer teknolojiye erişmeye zorlayacak. Nereden? ABD'de, Avrupa'da ve Rusya'dan Çin'e uzanan hatta o kadar çok satıcı adayı var ki...
İran oldu-bittisi bizim açımızdan da çok önemli bir sonuç doğuracak: Türkiye ile İran arasında 17 Mayıs 1639'da imzalanan Kasr-ı Şirin Antlaşması ile kurulan, yani 370 yıllık denge bozulmuş olacak .
Türkiye'nin bunu kabullenmesi mümkün mü? Kaçınılmaz ve zorunlu olarak o da nükleer güç haline gelmeyi hedefleyecek. Ve pek de uzak olmayan bir gelecekte bölgede yeni bir "Dehşet dengesi" kurulacak. Tıpkı Soğuk Savaş döneminde Batı ve Doğu blokları arasında olduğu gibi.
Kar altındaki Münih'ten böyle bir tablonun ilk fırça darbelerinin atılmakta olduğunu görerek ayrıldık.