Bir dönemin önemli aktörleri birer birer sahneden çekiliyor. Cumhurbaşkanlığı ve Anayasa Mahkemesi'nden sonra Yargıtay ve Yükseköğretim Kurulu (YÖK) Başkanlığı koltukları da sahip değiştiriyor.
Yaş haddinden ötürü emekliye ayrılan Yargıtay Başkanı Osman Arslan veda ziyaretlerine başladı. YÖK Başkanı Prof. Dr. Erdoğan Teziç ise 4 yıllık görev süresini yarın tamamlıyor.
Hakkını teslim edelim; her ne kadar Başbakan Erdoğan ve Milli Eğitim Bakanı Çelik'le zaman zaman gerilimler yaşamış olsa da Teziç görevini selefi Prof. Dr. Kemal Gürüz'e göre daha yumuşak, soğukkanlı, uzlaşmacı ve çok daha az "Militan" bir anlayışla yerine getirdi. Ne var ki, kendisi de gerçekten istemesine rağmen, döneminde YÖK reformunun zemini oluşturulamadı. Daha doğrusu bir ara, AK Parti iktidarının başında bir çalışma başlatıldı ama bir süre sonra vazgeçildi.
Ancak Cumhurbaşkanı Gül'ün atayacağı yeni YÖK Başkanı'nın rutin işler dışında öncelikli misyonu yeni akademik yıla kadar reformun mümkün olduğunca geniş bir uzlaşmayla ve çağdaş bilimsel anlayış ilkelerine göre gerçekleşmesine katkıda bulunmak olmalı.
Yolu Anayasa açacak
Zaten buna zorunlu da kalacak. Zira Prof. Dr. Ergun Özbudun ve arkadaşlarının hazırladıkları ve halen AK Parti bünyesinde değerlendirilmekte olan Anayasa önerisinde, hem yükseköğretim kurumları, hem de YÖK için çok önemli değişiklikler öngörülüyor.
Örneğin 1982 Anayasası'nın 130'uncu maddesinin "Üniversiteler ile öğretim üyeleri ve yardımcıları serbestçe her türlü bilimsel araştırma ve yayında bulunabilirler. Ancak bu yetki, devletin varlığı ve bağımsızlığı ve milletin ve ülkenin bütünlüğü ve bölünmezliği aleyhinde faaliyette bulunma serbestliği vermez" fıkrası, Özbudun önerisinin 100'üncü maddesinde şöyle düzenleniyor: "Üniversiteler ve diğer yükseköğretim kurumları ile üyeleri ve yardımcıları, serbestçe her türlü bilimsel araştırma, yayın, açıklama ve öğretim faaliyetinde bulunabilirler."
Önerinin gerekçesinde her türlü keyfiliğe açık 1982 Anayasası'ndaki kısıtlamanın kaldırılması şöyle savunuluyor: "1982 Anayasası'nın 130'uncu maddesinin yasakçı ve sınırlayıcı yaklaşımı yerine, yükseköğretim kurumlarının bilimsel özerkliğini öne çıkaran ve bu amaçla teminatlar öngören bir düzenleme yapılmaktadır. Akademik hürriyet hem kurumsal, hem de bireysel boyutuyla güvenceye alınmaktadır." (Teziç de dün veda konuşmasında "Toplumu ve değer yargılarını sarsıcı nitelikteki görüşlerin de üniversitelerde dile getirilmesini olağan karşılamak lazım" diyerek bu özgürlükçü yaklaşıma destek verdi.)
Ayrıca yürürlükteki Anayasa'da Cumhurbaşkanı'nın yetkisinde olan rektör seçimi "Üniversitelerde daha demokratik bir ortam oluşturmak amacıyla" öğretim üyelerine bırakılıyor.
YÖK'ün geniş yetkileri
Anayasa önerisi üniversitelerle ilgili yeni anlayış ve doğrultuya paralel olarak YÖK'ün yetkilerini de ciddi biçimde buduyor: 1982 Anayasası'nın 131'inci maddesinde YÖK'ün görevleri şöyle sayılıyor: "Yükseköğretim kurumlarının öğretimini planlamak, düzenlemek, yönetmek, denetlemek, yükseköğretim kurumlarındaki eğitimöğretim ve bilimsel araştırma faaliyetlerini yönlendirmek, bu kurumların kanunda belirtilen amaç ve ilkeler doğrultusunda kurulmasını, geliştirilmesini ve üniversitelere tahsis edilen kaynakların etkin bir biçimde kullanılmasını sağlamak ve öğretim elemanlarının yetiştirilmesi için planlama yapmak."
Özbudun önerisinde bu kadar geniş yetki üç göreve indirgeniyor: "Öğretim elemanı yetiştirilmesini planlamak, üniversitelerce önerilen öğrenci kontenjanlarını onaylamak ve üniversiteler arasında koordinasyonu sağlamak ."
Özerkliğin ve akademik özgürlüğün sınırlarını epeyce genişleten bu düzenlemeler üniversitelerimizi "Bilgi üreten" kurumlara dönüştürmeye yetecek mi; bizce hayır. Onun için yükseköğretimde reform değil, devrim gerekiyor. Onu da bir başka yazıda ele alırız.