Brüksel'deki liderler zirvesinde "Bütünleşme kapasitesi" artık AB'nin genişlemesinin yeni ve en önemli ölçüsü oldu. Ya da Avrupa'nın yeni doktrini.
1993'te ünlü kriterlerin belirlendiği Kopenhag zirvesi sonuç bildirgesinde yer alan "Hazmetme kapasitesi" kavramını geçen yıl Fransa birdenbire hatırlayıvermiş ve içinin doldurulmasını istemişti.
Bir yıllık tartışmadan sonra ana hatlarında uzlaşma sağlandı. Buna göre, AB Komisyonu'nun çabalarıyla "Bütünleşme kapasitesi"ne dönüştürülen kavram 3 temele oturtulacak: AB kurumlarının iyi işlemesi, Mali kaynakların yeni üyenin külfetine karşılayacak düzeyde olması ve kamuoyunun destek vermesi. Kısacası, AB'de yeni genişleme için kurumsal, ekonomik ve siyasal entegrasyonun tüm koşulları oluşmadan kapı açılmayacak. Aday ülke üyelik müzakerelerini tamamlamış bile olsa!
Bu kriter Hırvatistan'a uygulanmayacak. Gerekçe: "Mevcut şartlarla almaya söz verdik."
Göreceksiniz onu izleyecek genişleme dalgalarında da (Makedonya, Arnavutluk, Karadağ, Bosna-Hersek, Sırbistan) önemsenmeyecek. Bahane çok: "Etleri-budları ne ki! Hazmı, pardon entegrasyonu kolay. Hem sonra bu ülkeler Avrupa'nın ayrılmaz parçası. Hızla bütünleşmezsek, istikrarsızlık bölgesine dönüşebilirler..."
Bilin bakalım geriye kim kaldı? Bilin bakalım, "Bütünleşme kapasitesi"nin deli gömleği kime giydirilecek?
Bir an Türkiye'nin müzakere sürecini tamamladığını, sıranın kapasite ölçümüne geldiğini varsayın.
Kurumsal entegrasyon? "Şey, nüfusunuzun büyüklüğü nedeniyle AB organlarında bir numaralı ülke olacaksınız. Biz buna bir çözüm buluncaya kadar bekleyin."
Ekonomik entegrasyon? "Şu anda kaynaklarımız yeterli değil."
Siyasal entegrasyon? "Kamuoyuna soralım. Üyeliğinizi her ülkede referanduma götüreceğiz. Birinden bile 'hayır' çıkarsa, kusura bakmayın sizi alamayız."
2020 yılı için randevu
Brüksel ile Ankara arasındaki bu diyalog, herhalde 2020'den sonra yaşanacak. Çünkü, Türkiye'nin olası üyeliği için yeni tarih bu.
8 başlığın askıya alınmasını az bulup müzakerelerin tümüyle durmasını isteyen Türkiye karşıtları korosunu dinlerken, Martin Luther King'in "Bir rüyam var" diye başlayan konuşmasını anımsıyor ve 2020'ler için farklı bir Türkiye düşlüyoruz.
* Siyasal ve sosyal sorunlarını çözmüş, tüm reformları çoktan yapmış, demokrasi ve insan haklarında örnek gösterilen Türkiye...
* İhracatı 500 milyar doları, dış ticareti 1 trilyon doları aşmış, dünyanın ilk 10 ekonomisi arasına girmiş, yılda 50 milyon turist ağırlayan, milli geliri 25 bin doların üstüne çıkmış Türkiye...
* ABD, Çin, Japonya, Rusya, Hindistan'la birlikte dünyanın en önemli stratejik gücü gösterilen Türkiye'...
* Petrol ve gaz boru hatlarıyla Asya'yı Avrupa'ya, Avrupa'yı Afrika'ya bağlayan Türkiye...
* 300 bin araştırmacısıyla teknolojide söz sahibi haline gelmiş Türkiye...
* Yetenekli, eğitimli 90 milyon nüfusunda üretken kuşağın ağırlığının zirveye çıktığı Türkiye...
Seçmenlerinden en çok alkışı Türkiye'ye yüklenince aldıklarını -gizleyemedikleri bir zevkle- itiraf eden Avrupa'nın miyop politikacılarına baktıkça, 2020 için daha da bileniyor ve King'in -çoktan gerçekleşmiş- rüyasını mırıldanıyoruz:
"Bugün size diyorum ki dostlarım, şu anın getirdiği güçlüklere ve engellemelere rağmen benim bir rüyam var."
Bu rüyayı gerçekleştirmek elimizde. "Reformları AB için değil, kendimiz, geleceğimiz için yapıyoruz" demiyor muyuz?