Muhalefet iktidara, iktidar da Brüksel'e alabildiğine yükleniyor ama eğri oturup doğru konuşmak gerekirse, AB Bakanlar Konseyi'nin kararı kimse için sürpriz olmadı.
Askıya alınan başlık sayısı indirilseydi, AB'deki Türk dostlarının zaferi olarak görüp kendimizi belki daha iyimser hissedebilecektik, artırılsaydı RumYunanAvusturya grubunun başarısı diye yorumlayıp herhalde çok daha sert tepki gösterecektik. Komisyon'un 8 başlığın askıya alınması önerisinde uzlaşma sağlanınca "Yarım bardak su" durumu ortaya çıktı.
Gelin, bardağın dolu tarafına bakmaya çalışalım:
*AB ile müzakereler zaten durdu. Çelişki gibi görünecek ama AB Bakanlar Konseyi'nin kararıyla askıya alınmayan 26 başlıkta müzakerelerin canlanması yolu açıldı. Zaten Komisyon'un genişlemeden sorumlu üyesi Olli Rehn de bu kararla AB'nin siyasal iradesinin ortaya konulduğunu belirterek, teknik hazırlıkları tamamlanan 4 başlığı açmak için hemen düğmeye basacaklarını bildirdi. Yine çelişki gibi görünecek ama açılacak başlıklar Ankara Protokolü uygulanancıya kadar kapatılmayacağı için, Rumlar'ın veto ile durdurmalarına da pek gerek kalmayacak. (Ayrıca Rehn'in, askıya alınmayan başlıkların açılmasını "AB'nin siyasi kararı" diye tanımlaması, Rumlar'ın veto silahını kullanmalarını bir hayli zorlaştırıyor. Papadopulos yönetiminin olası vetoları artık Brüksel'de "AB kararının engellenmesi" olarak değerlendirilebilecek.
* Bir nokta daha: AB dışişleri bakanları hiçbir yaptırım getirmeseydi bile, birçok başlık "De facto", yani fiilen dondurulacak. Bir başka deyişle, 2010'lara bırakılacak. Yıl başında AB dönem başkanlığını devralacak olan Almanya Başbakanı Angela Merkel dün bunu açıkça ifade etti: "Zaten bazı başlıkların, Türkiye'nin Ankara Protokolü'yle ilgili tutumundan bağımsız olarak daha sonra açılması düşünülüyor."
*Ve nihayet, çok önemli bir uzlaşma gözardı ediliyor : "Kuzey Kıbrıs'la doğrudan ticaret kararının sonuçlandırılması" için Almanya'nın dönem başkanlığını devralmasıyla birlikte harekete geçilmesi. Bu kararın önümüzdeki ay yine Bakanlar Konseyi'nde oylamaya gerek kalmadan onaylanıp hayata geçirilebileceği belirtiliyor. Böylece bugüne kadar AB'nin sadece siyasi ve vicdani bir taahhütü olan KKTC üstündeki izolasyonların hafifletilmesi konusu, şimdi hukuki bir boyut kazanıyor.
Ban'la temasa geçmek
Ancak Dışişleri Bakanı Gül'ün dün "AB, Kuzey Kıbrıs'la ilgili taahhüdünü yerine getirirse, Türkiye de daha önce söz verdiği bir limanını Rumlar'a açar mı" sorusuna verdiği yanıtta belirttiği gibi, "Bizim bir limanı açmamızın Rumlar'a getireceği fayda ne, bir Ercan Havaalanı'nın açılmasının Kıbrıs Türkleri'ne getireceği fayda ne?" Yani? Tek yol var: AB sürecinden bağımsız olarak Kıbrıs'ta kalıcı çözüm. Ve de iki seçenek: Ya iki toplumlu iki devletli federasyon çatısı altında birleşmek ya da iki bağımsız devlet olarak sonsuza kadar ayrılmak. Ama ikincisinin gündeme gelebilmesi için önce birincisinin olabilirliği veya imkansızlığının bir kez daha test edilmesi gerekiyor. Bu da hükümetin savunduğu gibi, 2007 başında BM zemininde Kıbrıs'ta kalıcı çözüm için girişimlerin başlatılmasını ve yıl sonuna kadar şöyle veya böyle sonuçlandırılmasını kaçınılmaz kılıyor. Zira Türkiye de, Kıbrıs Türkleri de, AB de, BM de sabrının sonuna geldi.
İyi hoş da yıl başında Kofi Annan'dan Kıbrıs dosyasını devralacak olan BM'nin yeni Genel Sekreteri Ban KiMoon'la bir an önce temasa geçmek gerekmiyor mu? Daha tanışmadık bile...